Kırk Yıllık Kani Olur Mu Yani?
Eski alışkınlıkları değiştirmenin ne kadar zor olduğunu anlatan bir atasözüdür bu. Devletçilik; CHP’ nin kuruluşunda, bayrağındaki altı okun bir tanesinden geliyor. Cumhuriyet kurulduğunda halkta sermaye olmadığı için liberal bir sistem zaten düşünülemezdi. Atatürk; o zamanlar Avrupa’da cirit atan, sosyalist veya faşist sistemlerden birini seçebilirdi. O ise İzmir İktisat kongresinde özel sektöre ne kadar önem verdiğini belli etmiştir. Yine, Maynard Keynes’in; 20. Yy da meydana çıkan, makroekonomik teorisini benimsediğini tahmin ediyorum. Keynes, Bu teoriye göre özel sektörün ağırlıklı olduğu ama devlet ve kamu sektörünün büyük role sahip olduğu bir karma ekonomiyi savunmaktadır. Teoriye göre İş döngüsünü devlet merkez bankası ve hükümet aracılığı ile stabilize etmelidir. Bu sistem zaman zaman pek çok liberal devlet tarafından bu gün de uygulanmaktadır. Ne olursa olsun; bence, 20. Asırdaki bir devletçilik kelimesine takılıp kalmanın Nas’ a takılıp kalmaktan hiçbir farkı yok. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki koşullarla bu günkü koşullar hiç de aynı değil. Örsan K. Öymen Cumhuriyetteki yazısında şöyle değiyor: ” … Atatürk’ ün 1920’ li ve 1930’lu yıllarda halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model uygulaması ile Batı Avrupa’da1960’ larda ve 1970’ lerde gelişen sosyal demokrasiyi öncelediği söylenebilir”. Günümüzü ve geleceğimizi düşünüp yenilikler yaratmayı pek beceremiyoruz. Aslında, Avrupa’ nın Sosyal Demokrasi deneyimi de bu çalışmaların sonunda ortaya çıkmış ve hiç de Sayın Öymen’in zannettiği gibi devletçi değil. Şunu da söylemeliyim ki bu düşünce “Atatürk gibi olmak” Türkiye’de maalesef çok yaygın. Atatürk’ün dehası gününün şartlarına göre çözüm üretmesini bilmesiydi.
Arkadaşlarımdan biliyorum, Türkiye’de okumuş, entel kesim çoğunlukla solcu ve devletçidir. Bu bir ilericilik simgesidir. Bu yazımda sizlere “sosyal demokrasiyi” daha iyi anlatabilmek için İsveç modelinden kısaca bahsetmek istiyorum ( Bir makaleden). Sosyal demokrasinin bir “devletçi anlayış” olmadığını göreceksiniz.
İsveç usulü orta yolun; esas olarak mülkiyeti kamulaştırmak yerine, bazılarının “fonksiyonel sosyalizm” dediği ilkeyi benimsediği görülüyor. Bu ilke, özel teşebbüsü harekete geçiren güdü ile ülke ekonomisinin sürekli olarak genişlemesini sağlamaktır. Burada selektif, dolaylı kamu müdahaleleri arasında dengenin korunmasına büyük bir gayret gösterilmektedir. İsveçliler bunu şu veciz cümle ile ifade ediyorlar: “ kapitalist üretim sosyalist bölüşüm sistemine sahibiz”. İsveç Maliye Bakanlığı toplam milli yatırımların % 43 nün kamu sektörü ( merkezi +mahalli idareler) %57 sinin ise özel sektör tarafından sağlandığını belirtmektedir. Devletçi bir sistemde bu kadar çok özel sektör zaten olamazdı.
Geçen hafta İstanbul Belediyesi büyük coşku ile çok büyük ve modern bir ekmek fabrikası açtı. Çoğunluk; bir sosyal hizmet olduğunu düşündüğü, ekmek fabrikasını yapanları alkışladı. Pahalıya mal edip halka ucuza ekmek satmak hem rasyonel değil hem de piyasa şartlarına uymayan bir davranış ( bu devletçi bir anlayış ürünüdür). Sosyal demokrat ülkelerde böyle bir şey duymadım da görmedim de). Belediye bir arpalık daha kazandı demektir. Gıda yardımı yapmak istiyorsanız onlarca rasyonel çözümler bulabilirsiniz. Ben Belediye meclisinde iken de bu gün de böyle yatırımlara hep karşı çıktım. Ama kimseye derdimizi anlatamadık, her halde anlatamayacağız da.