Belediye yöneticileri ya konuyu hiç anlayamıyorlar yahut ta bizi aptal zannediyorlar. Konu Konyaaltı’nda, liman mevkiinde 17 katlı konutlar nedeniyle yeniden gündeme geldi. İmar planında bu yerlerde kat serbest denildiği için yüklenici firma otuz kat talep etmiş, Belediye ise ancak pazarlık sonunda 17 kata ikna edebilmiş. Bir de kalkmışlar “Öküz altında buza arıyorlar”. İlk önce kat serbestliğinin ne anlama geldiğini anlatmak istiyorum. Anlaşılması için basit bir örnek alalım. 1000 m² arsanız olduğunu kabul edelim. İmarın verdiği inşaat kat sayısı da 1 olsun (inşaat alanın/arsa alanı). Bu sizin; en fazla, 1000 m² inşaat yapabileceğiniz anlamına gelir. Kat serbest demek, her kat 200 m² den 5 katlı bir bina yapabileceğiniz gibi, her kat 100 m² olan 10 katlı bir yapı da yapabilirsiniz demektir (~40 kişi). Yani, her kat 200 m² 15 katlı bir bina yapamazsınız. Çünkü 200x15= 3000 m²eder (~120 kişi) bu da 1000 m² den üç kat büyüktür. Bu öneri; daha güzel mekânlar yaratmaları ve monotonluktan kurtulmaları için, mimarlara sağlanan bir olasılıktır. Nitekim Büyükşehir, katı çevreye uyarak ona indirmiştir. Bu sonuç; ruhsat önceden verilmiş olduğu için, pek işe yaramış gibi gözükmüyor. Mimarlar odasının konuyu İdare Mahkemesine götürmesi de pek işe yaramadı. Mahkeme Odanın o mahallede oturmadığı için konuya müdahil olmasının imkânsız olduğunu, Odanın ancak planın genel durumu ile ilgili başvuru yapabileceği gerekçesiyle davayı ret etmiş (mealen). İnanılır gibi değil. Sanki yoğunluğun artması bütün şehri ilgilendirmiyormuş gibi. Trajik-komik olaylar yaşıyoruz. Oh ne güzel şey, yüklenici 30 kat istiyor, belediye; lütfeder gibi, 17 kat veriyor. Bu inşaatın m² si muhakkak imar planı katsayısına uygun hale getirilmelidir. Bu haksızlığı durduracak ülkede kimse yok mu? Parti il başkanları, milletvekilleri, genel başkanlar, toplum örgütleri, basın ne güne duruyor? İnanın beş altı yıla kalmaz Antalya İstanbul’dan da beter olur ve yaşanılmaz bir hale gelir. Bu güzelim şehre yazık olur. İstanbul’u yönetenler geç de olsa yapılan yanlışları gördüler ve artık alçak yapı olacak dediler. Yoğunluk, katsayı hesabı yapmak “Yüksek matematik gerektirdiğinden!” bilge yöneticilerimiz konuyu “Alçak ve yüksek” yapı olarak betimleyerek sorunu çözdüler. Bu bile bir erdemdir. Hukukçu olan belediye başkanlarımız bu işin vebalini nasıl görmüyorlar? Hayret ediyorum. Bu hırsı anlatan bir fıkra anlatmak istiyorum size: Dursun Amerika’ya gider ve inşaat yapmak için bir arsa alır. İmar çapı için belediyeye gider ve yetkililere kaç kat yapabileceğini sorar. Yetkili istediğiniz kadar der. Dursun yüz kat olur mu? Diye şüpheyle sorar. Yetkililer neden olmasın tabii olur derler. Dursun sevinç ile dışarı fırlar ve kapıda bekleyen arkadaşına şöyle der: “ Oldu, yüz kat aldım, bir de çekme kat yaptık mı olur sana yüz bir kat “
Bir fıkra da Bektaşi’den. Bektaşi’nin önüne iki kadeh şarap korlar ve hangisinin daha kötü olduğunu söylemesini isterler. Bektaşi birinci kadehin tadına bakar ve hiç tereddüt etmeden bu der. Çevrede bulunanlar Ya erenler öbürüne bakmadan bunu nasıl söylersin? Diye sorarlar. Bektaşi’nin cevabı şöyle olur: Bundan daha kötüsü olamaz da ondan. Ama siz yine de öyle demeyin kötüsünün de kötüsü olabiliyor. Bunu neden anlattığımı özetleyeyim sizlere: AKP iktidara gelimce milliyetçilik ve dindarlık gömleğimizi çıkarttık Avrupa Birliğinden yana olacağız dediler. Kırk yıllık Kani’nin Yani olamayacağını anlayamadık. Kurtuluş savaşı sadece bir savaş değildir. Türklerin Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş projesidir. Tabii bu; Rönesansları, Reformları yaşamadan, olacak bir iş değildi. Cumhuriyet de bunu maalesef beceremedi. 100 sene sonra başladığımız noktaya geri döndük. Şunu da söylemek lazım ki aydınlanma projesi dini ret eden bir kavramdır. Ancak Avrupalılar sonunda bunun olamayacağını anladılar ve dini kamu alanından çıkartıp bireylerin kendi vicdanlarına bıraktılar. Bu da kiliselerin ve din adamlarının eski önemini kaybetmesine sebep oldu. İslam ülkeleri; özellikle din adamları; Türkiye dâhil, bunu kabul edemedi. Yoksa bu gün hala binlerce kişilik camiler yapılır mıydı? Hem modern hem de dindar bir kamusal alan olabileceği sanıldı. Hâlbuki bu husus eşyanın tabiatına aykırı idi. AB ile sorun da aslında İslam değil buydu. AK partinin oldukça becerikli ve açıkgöz olduğunu kabul etmeliyiz. Büyük işler de başardılar. Ancak moral olarak Türkiye çöktü. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı, kayırmacılık, hesapsız kitapsız gösterişli işler, eş dost atamaları, adaletsizlik, insanlara yapılan zulümler, gösterişe bağlı estetik ve sanattan uzak işler, dine olan aşırı bağlılık, para manipülasyonları, kaynakların kötü yönetilmesi, ekonomik sarsıntı vs. Bütün bu olaylar bizleri ikinci kadehe; tadını bilmeden, yöneltti. CHP nin yerel seçimlerde aldığı başarı sonunda sanıldı ki, CHP kazandıkları yerlerde iyi işler yapacaklar böylelikle de milletvekili seçimlerinde kazanma şansları artacaktı. Başka belediyeleri bilmem ama Antalya’daki CHP belediyeleri kelimenin tam anlamı ile dökülüyor. Kayırmacılık, eş-dost atamaları, imardaki yolsuzluklar ve ili kendi kaprisleri uğruna yönetememeleri insanı ister istemez düşündürüyor.
Neden korkuyorum biliyor musunuz? İkinci kadeh daha da kötü çıkar ve bir de bunlar beceriksiz olurlarsa, o zaman ne yapacağız?