DUAYEN

Dönüp Dolaşıp “Akıllı Şehirlere” Geldik!

Dursun Amerika’ya gitmiş ve bir arsa alıp inşaat yapmak istemiş. Yetkililere “uşağum ha kaç kata müsaade var?” diye sormuş. Onlarda “İstediğin kadar yapabilirsin” demişler. Dursun yine sormuş” Ha uşağum 100 kat yapabilir miyum ?” diye. Yetkililer “Elbette” demişler. Dursun içinden şöyle demiş “Bir de çekme yaptık mı etti 101 kat”. Sayın Cumhurbaşkanımız yatay mimariye geçtiğini ilan ederken  “Artık imar planlarında kat serbest kayıdı bulunmayacak” dedi. Hâlbuki durum öğle değil. Bir alana, inşaat alnı/arsa alanı oranını verilerek (KASK) kat adedi serbest bırakılmıştır. Örnek vermek gerekirse: KASK’ı 1 olan 1000 m² lik bir arsaya her kat 100 m² olmak üzere 10 kat veya her kat 250 m² olmak üzere 4 kat inşaat yapabilirsiniz (Yoğunluk ~ 400 kişi/ha) . Bu mimarlara; yoğunluğu artırmadan, daha rahat mekânsal kompozisyonlar yapmak imkânı verir. Bunu defalarca söyledik bir kere daha tekrar edelim: Yatay- Düşey mimari diye bir şey yoktur, yoğunluk vardır.

“Akıllı şehir” dünyada; insan odaklı, yeni bir kavram olarak gelişti. Bizde ise inşaat işi rant odaklı. Otomobillerde olduğu gibi birçok şeyi otomasyona bağlamakla “Akıllı şehir” yapılmıyor. Akıllı kentlerin bence; kendi kendine yetebilmeyi amaçlayan, üç ana ilkesi var: Enerji, su ve trafik. Biz, millet olarak moda olan şeyleri; içeriğine pek bakmadan, kopyalayıp kullanmaya çok meraklıyızdır. Hatırlıyorum gençliğimizde Avrupa’da yeni çıkan şarkılar hemen; güftesi Türkçeye çevrilerek, kopyalanırdı. Böylece geniş bir repertuarımız da oluşmuştu. Milli ve yerli zannettiğimiz pek çok şeyin “Aşırma” olduğunu epey sonra öğrendim.

Akıllı Şehir yapmak için ilk önce “İyi tasarım” yapmanız gerek. Bu olmadan şehirler akıllı olsa, aptal olsa ne yazar. Yapılan örneklerden de tasarımı pek beceremediğimiz anlaşılıyor. Bu bir kadro meselesi, bunun da bizde olmadığını geçen yazımda belirtmiştim. 

Bizde mimarlık ve şehircilik eğitimi çok geç başlamıştır. Vitruvius’un MÖ. 25 yıllarında mimarlık hakkında yazdığı on ciltlik kitabı başlangıç sayarsak ve bizde 1882 de II. Abdülhamit zamanında ilk mimarlık eğitiminin başladığı sanayi-i Nefise mektebini düşünürsek arada 20 asırlık bir fark olduğunu görürüz. Osman Hamdi Beyin müdürlük yaptığı Sanayi-i Nefise mektebinin açılışında mimarlık bölümüne maalesef hiçbir Türk müracaat etmemişti. Bu da milletimizin mimariye olan ilgisini göstermektedir. Bizim zamanımızda İTÜ ve Güzel Sanatlar Akademisinde Şehircilik dersleri Mimarlık Fakültesinde verilirdi. Yani uzun bir zaman mimarlar Türkiye’de şehircilik de yaptılar. Bizim hocamız; tam bir İstanbul beyefendisi olan, Kemal Ahmet Aru beydi. Onun hocası da Almanya’dan Türkiye’ye sığınan Prof. Gustave Oelsner idi. Hiç unutmuyorum, ileriki yıllarda Fakültemize konferans vermek üzere gelen Oelsner’ in tercümanlığını eski günlerdeki gibi Hocamız sevinç gözyaşları içinde yapmıştı. Hitlerin zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan bilim adamları Türkiye’de modern eğitiminin temellerini atmışlardır. Maalesef, zamanla onların etkisi azaldıkça eğitimin kalitesi de iyice düşmüştür. Şehircilik Fakültesi ise ilk önce 1956 kurulan Ortadoğu Teknik Üniversitesinde açılmıştır. Bundan sonra İTÜ ve Akademi de ve diğer üniversitelerde şehircilik Fakülteleri faaliyet göstermeye başladı. Ancak, ben şehircilerin en az bir mimar kadar estetik bilgisine sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa şehirciliği sadece bir hesap kitap işine dönüştürdüğünüz zaman mekân kompozisyonu yapamazsınız. Bu gün şehirlerimizde bu eksikliği görüyoruz.

Bu kadar geri kaldığımız bir konuyu ancak; iyi hocaların nezaretinde, çok çalışarak telafi edebiliriz. Üniversitelerimiz, maalesef bize bu ümidi vermiyor.

Yayın Tarihi
27.01.2020
Bu makale 1505 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!