Geçen hafta liyakat üzerine bir yazı yazmıştım. Bir tesadüf eseri, aynı gün, aynı başlıkta Yılmaz Özdil’in de bir yazısı Sözcü gazetesinde çıktı. Tabii o güzel üslubu ile. Oradaki müthiş bir örneği; okumayanlar için, bu yazımda sizlere aktarmak istiyorum. Behiç Erkin lojistik dehası bir Osmanlı kurmay subayı idi. Çanakkale harbinde asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı. Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu’ya geçti ve milli mücadeleye katıldı. Mustafa Kemal, “Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin, mühimmatın, erzakın nasıl getirilmesini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmez ise bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi. Kurtuluş savaşının en kritik günlerinde, Mustafa Kemal acil ibaresi ile bir telgraf göndermişti. “Sevkiyatları hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu. Behiç Erkin cevabı şöyle oldu: “Bu hat 40 kilometreden daha hızlı gitmeye müsait değildir. Hızlandıralım derken tek bir sevkiyat dahi yapamayabiliriz”. Mustafa Kemal’ den tekrar telgraf geldi: “Sen nasıl uygun görürsen Behiç….” Liyakat ve yalakalık karşıtlığı bundan güzel anlatılamaz. Behiç beye Erkin soyadını da Atatürk verir. “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi” demek.
Gelelim “Marka kentler” meselesine. Markadan ne kast ediliyor bilmiyorum. Gösteriş ve lüks ise yandım keten helva. Bir işte marka olabilmek için ilk önce o işi çok iyi yapıyor olmanız gerekiyor. Ondan sonra o işe ilave edeceğiniz; başkalarında olmayan, üstün nitelikler ve estetik sizi marka yapar. Pek çok otomobil markası tasarımını İtalyanlara yaptırır çünkü İtalyanlar estetikte çok ileridir. Öncelikle şehirciliği ve mimariyi çok iyi bilmeniz lazım. Ayrıca, getireceğiniz üstünlükler evrensel bir anlam taşımalı. Yaptığınız işlerin evrensel anlamda estetik olması da gerekir. Siz hala Osmanlı mimarisini taklit ediyorsanız, ehil şehirci ve mimar çalıştırmıyorsanız, nasıl marka olacaksınız? Bu gün olduğu gibi bütün işleriniz marka değil, bir “Kitsch” (çirkin ve zevksiz) olur.
Bu yazımda, beş yılda yapılması tasarlanan 1 500 000 konuttan bahsetmek istiyordum. Ama Deprem geldi kapıya dayandı. İzmit depremi olalı 20 yıl olmuş. Deprem sadece bina yıkımı değil milyonlarca insanın da ölmesi demek. İstanbul’ da büyük bir deprem olacağını sağır sultanlar bile duydu. Yapıların niteliksiz olduğu ise biliniyor. Böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi? Türkiye’nin bu bir numaralı sorunu yirmi yılda halledilemez miydi? Alınan tedbirlerin ise hiçbirinin işe yaramadığı anlaşıldı (toplanma alanları gibi). Binalarda yapılan sığınaklar buna bir örnektir. Yıllardır binaların bodrumuna; oluşacak bir nükleer savaştaki radyasyondan korunmak için, sığınaklar yaparız. Ama yapılan bu sığınaklar nitelikli olmadığı gibi hemen hepsi ya kapıcı dairesine ya da başka bir fonksiyona dönüştürülür. Bu gün Türkiye’de bir tek doğru dürüst sığınak bulamazsınız. Allah bizi nükleer savaştan korusun.
Milyonlarca vatandaşın hayatı bahis konusu ise, bundan daha önemli başka bir şey olamaz. Onun için deprem sorunu; yol, köprü, su, havalimanı….. gibi, pek çok konudan önce çözülmelidir. Bu tasarlanan 1 500 000 konut, her yıl 100 000’ i İstanbul’da olmak üzere 300 000 adet yapılacakmış. Burada da deprem merkezli bir planlama yapılması gerekir. İstanbul’da erken olacak bir büyük deprem önemli bina ve insan kaybına sebep olur. Bu ihmalin vebalini kimse ödeyemez.
Türkiye’yi yönetenler “ İstanbul’a ihanet ettik” demişti. Bu sefer İnşallah “ İstanbul’u katlettik” demezler.
Bir iki hafta- önce en yetkili ağızdan Suriyeli mültecilere; Güvenlik alanlarında, 150 m² lik ekip biçilecek bahçesi olan, 250-300 m² lik konutlar verileceğini duymuştuk. Bu gün evler 100 m² e indirildi, ekip biçilecek alanlar da bir dönüme çıkartıldı. 300 bin kişilik 10 ilçe ve 5 bin kişilik 140 köy yapılacağı söyleniyor. Örnek olarak görseller de konulmuş. Şimdi siz bunu söyleyen insanlara inanabilir misiniz? Bir taslak da olsa, görsellerden işin ayaküstü ve niteliksiz bir şekilde hazırlandığı anlaşılıyor. Bir şehircilik projesi böyle hazırlanmaz. Kopyaya ve tip proje alışık olan Türkiye, sanırım burada da “Kopyala-yapıştır” sistemini kullanacak. İçerde neyse ama dışarıya karşı mahcup oluyoruz.
Asıl konumuz haftaya………