Yılan hikâyesi… Astronot olamamam, yılan hikâyesine kadar gerilere uzanır. İnsanlık tarihi bir yılan hikâyesiyle başlamadı mı? Elmayı ısıran Havva Anamızın yüzünden buralara düşmedik mi? Elmayı ısırmasıyla başlayan dünyadaki hikâyesi, insanın ayvayı yediğinin de hikâyesidir; o günden beri başı dertten kurtulmadı. Yememiş olsaydı ayvayı, yaşlılık derdi olmayacaktı. O zaman Gerontolojiye gerek kalmayacaktı. Ben de Gerontolog değil, astronot olacak ve Ay’a gidecektim. Sırf bu yüzden yaşlanmanın biyolojik, psikolojik, sosyal kültürel, ekonomik birçok boyutunu ele alıyorum.
Yaşlı kavramıyla, yaşlılığın kaç yaşında başladığını söylemeye çalışmıyoruz. Aksine yaşlılık denilen yaşam döneminin yaşımızla alakası olmadığını anımsatmak isterim. Bunun pek çok kanıtı var. Ben en çok insan aklından fışkıranı seviyorum: Mesela “70 yaşındayım” dediğinizde, bunun anlamını bir düşünün! 70 burada ne demek? Doğduğunuzdan bu yana dünyanın güneşin etrafında 70 defa döndüğünü söylüyorsunuz. Ancak dünyanın güneşin etrafında dönmesinden dolayı yaşlanmıyoruz. İşte size mantıklı bir kanıt.
Ancak bu kanıt havada kalıyor. Yıldız falına inananlar, dünyanın güneşin etrafındaki dönüşü ile yaşlanma arasında doğal bir ilişki görecektir. Kaderini yıldızlarda arayanlar modern toplumda yok olmadı ve giderek çoğalıyor. Sadece yıldız falının hikâyeleri değişti. Eskiden gökyüzüne baktığında insanlar tanrıları görürdü, şimdi gökyüzüne bakınca UFO görüyorlar. “Ne olduğu bilinmeyen uçan cisimler”de yeni tanrılar arıyorlar ve binlerce UFO masalı ortaya çıktı.
Biz yeniden yeryüzüne bakalım ve oradaki masallardaki anlamları keşfetmeye çalışalım: Yaş ve yaşlılık arasındaki bağların gevşek ve anlamsız olduğunu yıldız falının yeni versiyonlarına inananlara söylesem de, hiçbir işe yaramayacağı bellidir. Yaşımıza yüklediğimiz anlamlar var. Biz sayılarda anlam görüyoruz. Bunu ilkokuldan başlayarak öğreniyoruz. Sayılarla aramızda çok güçlü bağlar oluşuyor. Bu yüzden “70 işi bitmiş” dediğimiz zaman, “işi bitmiş” ifadesinden ne anladığımızı söylemiyoruz, ama milyonlarca kişi bundan çok şey anlıyor veya anladığına inanıyor.
İşi bitmişlerin çağındayız artık. Hızla çoğalıyorlar. Hepimiz işi bitmişlerin ordusuna katılacak ve yaşam savaşına orada devam edecek. Ne tuhaf değil mi? Yaşam savaşı diyoruz. Savaştan başka bir şey bilmeyen insan hayatını bile savaşa benzetiyor. Kendilerini işi bitmişlerin yanında tasavvur edemeyenler hayal görmeye devam ediyor. İnsan hayalleriyle yaşar ve hayalleriyle de batar. Yılan hikâyesi dünyada böyle devam ediyor.
Kurt hikâyesi… İnsanlar kendilerini hayvana benzetmeyi sever, ama hayvandan geldiğini kabul etmez. Etrafımız yaşlı dolu, ama yaşlılığa alışamadık. Erkeklerin yaşlılıkla sorunu daha fazla. Kadınlar zaten doğduğundan beri arka planda kaldıkları için, yaşlandıklarında arka plana atılmak onlar için büyük bir sorun olmuyor. Süreklilik kazanan dezavantajlarına yenileri de ekleniyor, ama alışkanlık denilen insani özellik sayesinde yaşlılıkla daha kolay başa çıkıyorlar.
Erkeklerin hiç alışmadıkları şeyler yaşlılıkta başlarına geldiğinde felekleri şaşıyor. İşi bitmiş olduğu hatırlatıldıkça buna direnmeye çalışıyor, ama istikrarsız ve güçsüz bedeni buna dayanamıyor. İstikrarlılıktan istikrarsızlığa doğru ilerleyen yaşamının, yaşlılık dönemine erişen erkeklerin, giderek çoğalan birçoğunun komik hallere düştüğünü görüyoruz. Mesela eskiden saç boyamak kadınlara özgü bir davranış olarak görülürdü, bugün yaşlı erkekler de saç boyuyor. Bazıları dozunu kaçırınca, kapkara saçlı beyaz kaşlı yaşlı adamlar “kuzunun maskarası” olmayı da gerçekten hak ediyor.
Tekeşlilik hikâyesi… Sosyal Biyolojinin bakış açısından tekeşlilik hikâyesi şöyle görünür: Tekeşlilik Batı kültürünün normu olarak dayatıldı ve Hıristiyanlık tarafından meşrulaştırıldı. Ancak tekeşlilik normu güçlü erkekler tarafından uygulanmadı. Onlar çok eşliliğe devam ettiler. Son yıllarda, seri tekeşlilik giderek daha yaygın hale geldi. Bu, birçok insanın hayatı boyunca birçok eş değiştirdiği anlamına gelir. Ancak, sadakat ve yoğun bağlılık nedeniyle kadınlar, ilgili eş evresinde tekeşlilik bağımlılıklarını sürdürür.
Fakat erkeğin eşine ve çocuklarına bakmaması durumunda devlet erkeğin yerine yarı-koruyucu olarak geçer. Modern toplumlarda erkekler, sosyobiyolojik önceden belirlenmiş üreme eğilimi arayışlarını aşırıya kaçarak sürdürürse, ekonomik olarak cezalandırılırlar. Nafaka ödemekten kaçan erkekler çoğalıyor. Dahası, doğum kontrolünün mükemmelliği nedeniyle, sanayileşmiş toplumlarda kadınların erkeklerden farklı olan çıkarlarını savunmaları daha olası hale geldi. Bu yüzden sosyal durum son 100 yılda kadınların lehine değişti. Sosyal biyolojik perspektifinden böyle görünen duruma kadınların itirazı herhalde olacaktır.
Medya hikâyesi… Televizyon kanallarında sergilenen skandal eş ilişkileri, sanki tüm topumun bu ilişkilere alıştığı ve bu şekilde yaşadığı algısına yol açabilir. Edepsizlikler “normal” olsaydı, bu programları kimse seyretmezdi. Sapık ilişkilerin sergilendiği programlara bakarak, sanki toplumun bu şekilde bir yaşam tarzını benimsediği zannedilmemelidir. Basın dünyasında para, hâlâ insanı ısıran köpekten değil, köpeği ısıran insandan kazanılır. Normallik, basın dünyasının baş düşmanıdır. Bu yüzden hep anormallikleri gösteriyor ve algı kayması yaratıyor. Basını takip et, ama gazına gelme!