Birkaç gün önceydi. Yurtdışına gidecek olan bir arkadaşımı havaalanına götürdüm. Dış hatların yabancı turistlerle dolup taştığını gördüm. Gördüğüm bir şey daha vardı. Çoğu 70 ve üzeri yaşta Alman turistlerin bolluğu. Öyle görünüyor ki, ülkemiz artık yabancı yaşlı turistlerin ilgi odağına yerleşmiş bulunuyor. Eskiden bunlar Avusturya, İspanya, İtalya gibi ülkelere giderdi. Turizm sektörünün yeni bir döneme girdiğini düşünüyorum. Artık ”Yaşlı Turizmi” bizim de önemli bir gelir kaynağımız olacak ve istihdam yaratacaktır.
Almanya’dan gelmiş yaşlı gurbetçiler de oradaydı. Almanya’ya gitmek için sıraya girmişlerdi, ama birçoğunun tekerlekli sandalyede oturması üzücüydü. Yaşıtları olan Almanların dinçliği onlarda yoktu.
Tekerlekli sandalyede iki büklüm olmuş bir kadın, suratını kaplayan, gözlerini olduğundan daha iri gösteren, camları kalın, bir dalgıç gözlüğünü andıran gözlüğü ile diğerleri arasında hemen dikkat çekiyordu. Bu kadınla aynı uçağa binmek üzere sıraya giren arkadaşımla, ayaküstü bu kadıncağız hakkında fikirler üretmeye başladık. Kim bilir ne kadar zorluk çekmiş, çoluk çocuğu için hangi ağır işlerde çalışmıştı ki, şimdi bu durumdaydı. Buna rağmen özlediği vatanını ve akrabalarını görebilmek için taa Almanya’dan kalkıp Antalya’ya gelmişti.
Yaşlı kadının haline üzüldüysek de, engelli yolcular için uçağa kadar refakat hizmetinin bulunması sevindiriciydi. Bu hizmeti veren genç personelden biriyle sohbete daldık. “Sırf bu uçakta tekerlekli sandalyeye bağımlı 27 yolcumuz var” dedi. Neredeyse yolcuların % 10’nuna denk geliyordu. 60 yıl önce Almanya’ya geçim sıkıntısı nedeniyle göç eden ilk kuşağın bir kısmına havaalanında tesadüfen rastlamış ve hüzünlenmiştik.
İri gözlüklü yaşlı kadını geçirmek için akrabaları da gelmişti. Kadının etrafında dört dönüyor, sırtını sıvazlıyor, yanaklarını okşayarak, yeniden gurbete dönüşünü mümkün mertebe kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. Genç ve yaşlı kuşakların arasındaki güzel ilişkinin bir örneğine şahitlik ettiğimize sevindik elbette.
Torunuydu herhalde. Çocuk kadının boynuna sarıldı. Oğlu veya damadı olduğunu düşündüğümüz otuzunu aşkın bir adam kadına yanaşarak “Aman anne sakın uçakta tek başına ayağa kalkma düşersin. Tuvalete gideceksen muhakkak hostesi çağır, sana yardımcı olsun. Bak aklımız sende sakın unutma, eve vardığında muhakkak bizi ara. Anlaştık mı?” diye sorduğunu işittik. Kadıncağız titrek sesle, “Evladım merak etmeyin, bana bir şey olmaz, asıl siz dikkatli olun, arabayı sürerken sakın cep telefonunla telefonlaşma, e mi benim güzel oğlum” diyerek genç adama nasihat etti.
İşlemler tamamlanınca arkadaşımdan ayrılma vakti de artık gelmişti. Tekerlekli sandalyedekilerin işlemleri çoktan tamamlanmıştı. Onlara öncelik tanınmıştı. Tekerlekli sandalye konvoyunun dış hatlara geçişini buruk bir yürekle izlemiştik.
Arkadaşımla vedalaştım ve arabama atlayıp eve dönerken, aklımda hâlâ o yaşlı kadın vardı. Acaba üç saatlik yolculuğu sağ salim atlatabilecek miydi?
Aşağı yukarı dört saat sonra arkadaşımdan telefon geldi. Uçuşun rahat geçmediğini, tüm koltukların dolu olduğunu, uçak şirketinin daha fazla para kazanmak için koltukları iyice birbirine yanaştırarak birkaç koltuk daha eklediğini, bavullarını beklediğini anlattı. Arkadaşımın sesini işitmek güzeldi, ama yaşlı kadını merak ediyordum. Uçuş sırasında herhangi bir sorun yaşanmadığını söyledi, ama yaşlı kadının durumu hakkında kesin bir şey bilmediğini, uçakta birbirlerinden uzakta oturduklarını da sözlerine ekledi.
Tam o bunları söylerken, telefonun öbür ucundan arkadaşımın, “aaaa…” deyişini işittim. Ne oldu, neden böyle hayretle alfabenin ilk harfini bağırarak söyleme gereğini duydu? “İsmail, sıkı dur inanamayacaksın,” diyerek söze başladı.
“O iki büklüm yaşlı kadın var ya…” deyince, ben de “E ne olmuş ona?” deme gereğini duydum. “İşte o kadın şu anda karşımda, dimdik ayakta, benden daha hızlı yürüyerek çıkış kapısına doğru ilerliyor. Tekerlekli sandalyede değil. Dimdik ayakta.”
Evet, bir kere daha insanın çiğ süt emdiğini gördük. İnsan dediğimiz mahlûk, yaşlanınca ne bilge, ne de dürüst olabilir. Yaşıyla kişiliği arasında bağlantı yoktur. Bu kadın, rol yaparak herkesi aldattı. O öyle zannediyor, ama aldanan kendisiydi. Kişilik fukarası olduğunun farkında olmadığı gibi, onu havaalanına kadar getiren akrabalarının da kişilik yoksunu oldukları ortaya çıktı. Ne ekersen, onu biçersin. Bu yaşlı mahlûk, sadece kendisini değil, çocuklarına ve torunlarına da kişiliksizliği bulaştırmıştı. Hepsi birlikte, sırf diğer yolculardan biraz daha önce işlemler tamamlansın diye, havaalanında utanmadan ailece tiyatro sergilemiş ve hepimizi buna inandırmayı başarmıştı.