İlkbahar havası gibi her şey çok karıştı birbirine; sıcak derken yağmura, yağmur derken doluya, meltem beklerken fırtınaya tutulur olduk.
Sallanıp duruyoruz.
Neyi tartışsak, neyi düzeltmek istesek, neyi sevsek, neyi alkışlasak, neye ümitlensek ay değil, gün değil, saatler içinde çamura buluyoruz.
Çamur yuvarlanıyor, çığlaşıyor, çığlaşıyor.
Kocaman, sahte dağların tepelerinden eteklerine doğru yoğunlaşıyor.
Yuvarlanıyor:
Toplumu kirletip, ezip tek tek taa bireye iniyor, arkadaşlığa vuruyor, dostluğu zedeliyor.
Ekmeğimizi, aşımızı, suyumuzu zehre buluyor.
Karartıyor.
Karanlık günlerdeyiz.
Işığımız yok.
Hesaplarımız tutmuyor.
Ekonomi unutuldu.
İflasa gidiyor.
Türbandan medet umuyoruz.
Askerimizi alkışlarken, ne oldu bize diye aynaya bile bakamadık, kendimizi göremedik.
“Ergenokon” gençliğimizin hasreti idi, şimdi korkumuz oldu.
Ulaşamadığımız demokrasiyi çamurun önüne set diye yığıp ezdirdik.
Hukuksuz demokrasiyi özlüyoruz.
Hadisler, ayetler okuyarak yeni hukuk yaratıyoruz.
Bir ben bilirim, çıktı, bir ben yaparım, çıktı, her şey birbirine karıştı.
Beklemeye girdik.
Oysaki bu ülkenin beklemeye tahammülü yok.
Gören gözler arıyoruz. Yok!
Bilen, düşünen beyinler arıyoruz. Yok!
Tek gözlü olanlar, körler ülkesinin denizinde kral olmaya kulaç atıyor.
Anayasa çocukların karalama defterine çevriliyor, sil bunu, şunu yaz, onu da sil, bunu koy.
İnsaf! El insaf diyemiyoruz.
ByPass’lı bir anayasa istiyoruz. Birileri neşterleri çekip, bileyip kalbimizi hırslı elleriyle kesip doğruyorlar.
Sonunda bir Fatiha bile okumaya zaman kalmayacak. Aman dikkat diyemiyoruz.
Dillerimiz kuruyor.
Süleyman Evcilmen
Her şey karıştı, düğüm düğüm oldu.
Basınımız hâlâ mutlu Antalya’yı düşlüyor.
Çözüm arıyor, bir İskender gözlüyor.
İki hafta önce Süleyman Evcilmen’le yaptığımız sohbet toplantısında, Antalya’nın dertlerini konuştuk. Başkanı acımasız eleştirdik. Sorularımıza yanıt aldık.
Sevindik.
Sevindik, demokrasiyi, hoşgörüyü, hizmeti, çalışmayı gönlüne hapsetmiş birisiyle karşı karşıya oturmanın keyfini tattık.
Yanıtlarında demagojiye kaçmadı. Başarılanları övünmeden anlattı. Başarılamayanlarda gelecekteki azmini gösterdi. İnandık, kuşkulanmadık. Bir politikacı değil, hizmet eri idi.
Üzüldük.
Noksanları sıraladık görebildiğimizce.
Bazen “haklısınız” dedi, bazen “düzeltiriz,” dedi, bazen açıkladı, bilmediklerimizde bizi aydınlattı.
Büyükşehir belediye başkanlığını konuştuk.
Hırssız, ihtirassız konuya yaklaşımı, rakiplerini takdir edişi, -diğer arkadaşlarımı bilmem-tahminleri, yapmak istedikleri beni tatmin etti. Açık sözlüydü, hiçbir politik endişe taşımıyordu.
Ama işler karıştı, düğüm düğüm üstüne atılmaya başladı, daha konuşmanın üzerinden iki hafta geçmeden. Süleyman Evcilmen “seçime daha bir yıl var,” diyordu. “Ne olacağı Türkiye’de belli olmaz.”
Dediği çıktı.
Anayasaya Bypass’mı atılır?
AKP kapatılır mı?
Erken seçimlere mi gidilir?
Yeni bir parti mi kurulur?
Kamplara sürüklenen halk var.
Ya da? Allah göstermesin!...
Bilmiyoruz. Fethullah Gülen var.
Günler pek çok şeye gebe. Yalancı gebelik de olabilir, dışardan (!) dürtme gebelik de. Emareleri gözlerimizin önünde.
Oturup bekleyeceğiz.
(Ah! Hep beklemekle Türkiye’yi tüketiyoruz. Kimse farkında değil.)
Bugün tüm adayların durumu eşit, geleceğin belirsizliği içinde, birbirlerinden farkları yok, Menderes Türel, Muhittin Böcek, Süleyman Evcilmen, Hasan Subaşı, -isimleri yeni yeni telafuz edilmeye başlamışken biten- tüm adayların.
Zaman gösterecek.
Gösterecek, ama karanlıktayız.
Karanlığı aydınlatmaya “ampul” yetmiyor.
Işık nerede?
Ya!..
İşte Böyle!..
Köpek Gezdirenler:
“Hayvan seven, insan sever,” demişler.
Demişler, ama bizde öyle değil.
Bizde hayvan sevmek moda. Modayla ortaya çıkmak, kendini eşi, dostta göstermek.
Arada bir gönlü hayvan sevgisi dolu, dopdolu olanlar yok mu? Var elbette.
Genelde moda, gösteriş.
Özellikle köpek beslemek.
Ben, köpeğimle 11 yıl dağın başında birlikte yaşadım. Köpeği bilirim, dostluğunu bilirim, aşkını bilirim, dilini bilirim.
Parklarda köpek pisliğinden gezemez olduk. Her adımda köpeğin iriliğine göre, yediğine göre öbek öbek pislik.
“Köpeğimi gezdirmeye çıkardım.”
Yesinler seni.
Sokakları, çimenleri, çocukların ellerini, ayaklarını kirletmeye mi?
Batılı da köpeğini gezdirir, elinde küçük bir kürek, bir naylon poşetle.
Çocukların kum havuzuna köpeğini kakalatmaz.
Köpek gezdirenler, ayıp oluyor. Siz insan sevmiyorsunuz dersem kızar mısınız?. Çoluk çocuk o pisliklere bastıkça anneleri babaları size küfrediyorlar. Ne olur, cebinize, çantanıza küçük bir poşet koysanız, köpeğiniz kakaladığı zaman onu toplasanız. Çok mu zor?
Medeniyet bu.
Hadi bundan sonra yanınızda küreksiz, poşetsiz köpeğinizi dışarıya çıkarmayın. Eğer Antalya’yı seviyorsanız.
Eğer “ben uygarım,” diyorsanız.
.