Antalya’ya ihanet

“İhanet” sözcüğünü sözlüklerde ararsanız sizi tatmin edecek tam bir anlam karşılığını bulamazsınız: “Aldatma, sadakatsizlik, kötülük, hilekârlık, oyun oynama, sahtekârlık,” gibi zaten sizin bildiğiniz anlamlarla karşılaşırsınız. Gerçekte pek çok kişi hayatlarında pek çok kereler ihanetle karşılaşmışlardır. O kişiler, ihanetin ne olduğunu, acısını, hüznünü sözlük anlamlarının dışında yüreklerinde yaşamışlardır. Karısına, kocasına, ya da arkadaşına ihanet etti tümceleri en çok duyduklarımızdır. Buradaki anlamı “aldatmak”dan başka bir şey değildir.

Oysaki ihanet çok gizemli, çekici bir sözcüktür, sır-gizlilik vardır içinde, heyecan vardır, keyif, zevk vardır, intikam duygusu vardır. İhanetin bu özellikleri insanı iki güzel göz gibi içine çeker, farkına varmadan kendinizi ihanetin kollarında buluverir, bir zevk denizinde yüzersiniz. Tatlıdır ihanet etmek. Tatlılığı gizeminden, gizlilik taşımasından gelir. Ne çare ki insanlar gizlinin karşısında savunmasızdır, onu keşfetmeye uğraşır. 

İhanet eden aslında korkaktır, kendine güveni yoktur. Direk yoldan erkekçe karşı çıkamaz, bir perde arkasından işlerini yürütür.  Belki, ihanetin tam karşılığı  “kalleşliktir,”de  diyebilirsiniz.

Hani, sözüm meclisten dışarı, Antalya’da dolaşırken kafama o sözcük hep takılır durur. Denizime baktıkça, dağlarıma baktıkça, güneşin batışını seyrettikçe kalbim fıkır fıkır coşar, sarhoş gibi olurum. Kafamı arkaya çevirip, ya da içerlere doğru beton binaların aralarına girdiğimde o şeytan sözcük beynimi tırmalamaya başlar. Attolus’un “bana dünyada cenneti bulun,” dediği yer, burası mı diye tepineceğim gelir. Otuz,  kırk,  yıl önceki Antalya’yı ararım, portakal çiçeklerinin kokusunu duyar, o iki katlı şirinden şirin evleri anımsarım.

Ne fırsat kaçırmışız, cenneti ayağımızla tepmişiz, dünyanın en güzel şehrini yaratabileceğimiz yerde çirkin bir beton yığınına boyun eğmişiz.

Bir tramvayı bile geçirecek cadde bulamıyoruz şimdi, sokak aralarında bin bir tehlikeyi göze alarak raylı sistemi uygulamaya çalışıyoruz.

Meydansız, caddesiz, parksız, yeşilsiz bir kent çocuklarımızın kaderi miydi?

Neden böyle oldu, neden?

Ah, bir tek nedeni var, imar tadilâtları: Yeşilleri imara açmak. Üç kat yerine 8 olsun.

Rant var ya!

Evet, turizmin başkenti Antalya yok olsun, kimin umurunda?

İmar tadilatları ile bindiğimiz dalı kestiğimizin ne zaman farkına varacağız, bilemiyorum. Her imar tadilatı ile evlâtlarımıza ihanet ettiğimizi birileri bize söylemeyecek mi?

Yayın Tarihi
12.03.2010
Bu makale 2260 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Yaa Sevgili Celâl, bir zamanlar bağbahçe içinde sekiz katları görünce şaşırmıştık:)) Antalyamızın altı deniz, derlerdi dedelerimiz, "cümleten derya içre göçeriz":))) İhanetin en büyüğü de kendi kendimize, kentimize yaptığımızdır tabii... Bernar Shaw'un bir sözü var İngiltere üstüne: "Başka dillerde hain, ihanet eden anlamına gelir. Vefasız, inançsız, ikiyüzlü, güvenilmez biri... İngiltere'de ise, yalnızca İngiltere'nin çıkarlarına kendini adamamış kişilere hain denir."

Cansever Eyüboğlu 26.03.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!