Kadri kıymetini bilmediğimiz değerlerimiz

Hani –yeteneksizliğimden  olsa gerek- ben kadere inanırım. Bir yerde kadere inanmak, her şeyi kadere yüklemek kendimizden kaçmaktır, kaçamaktır. Niyetim oturup sizlere ahkâm kesmek değil. Beni böyle yazdıran elimdeki kitaplar, Antalyalı sanatçıların kitapları.

Kitaplara değinmeden önce şu taşra konusunu bir iki satır konuşmak isterim. Yirmi- otuz yıl önce “taşra” sanatçının içindedir, gibi ukalalıklar yapardım, yani demek isterdim ki; sanatçı için taşra yoktur. Biz kendimiz taşrayı yaratıyoruz. Önce içimizdeki taşrayı yıkmasını bilmeliyiz. Sanatçı dağın başında da sanatçıdır

Sanatçıdır da, onu çevresindeki otlar, ağaçlar tanır sadece. Sanatçı bilinmek ister, tanınmak ister, alkışlanmak,  hatta şımartılmak ister, bunlar onun mümbitleşmesi için köklerinin suyudur.

Ne derseniz deyin, Antalya tam bir taşra. Hatta koca bir kasaba. Siz istediğiniz kadar turizmin başkenti deyin, dünya şehri deyin, bu sıfatlar kentimizi taşralılıktan, kasabalılıktan kurtaramıyor. İşte böyle kasaba olunca ,ne sesini duyurabilir, ne sesini duymaya gönüllü çıkar. Olan da bu kasabada yaşayan sanatçılara olur, köklerinin suyu kesilir. Bakın Ankara’da bir taşra idi. Yollar kısaldı da taşralığı azaldı. Bu gün alkışladığımız pek çok edebiyatçı Ankara’dan İstanbul’a göçenlerdir. Göçmeselerdi, belki onları Ankara’nın dışında tanıyan olmayacaktı.

Kabahat kimde, suç kimde? Biz de tabii. Şöyle bir çırpınıp, silkinip üzerimizden taşra, kasaba libasını atmasını beceremiyoruz. Belki sıçrayacak, ama tepesine o tokmaklar inmese.

Kuşkusuz kolay değil silkinmek. Garibim sanatçı ne eylesin? Yalnız, desteksiz, korumasız. Ne devlet otoritesi, ne yöresel kuruluşlar şöyle bir destek eli uzatmazlar. Gariplerim ne yapar,  birer, ikişer bir dernek kurup, bir araya gelmeye çalışırlar. Sonra ne olur, bizim oğlan bizim kız kendi kendilerini  doyuma ulaştırmaya çalışırlar; zaman zaman da  biraz dargın, biraz kıskanç. Önlerinde yol gösteren olmayınca, destek veren olmayınca birileri öne çıkmaya çalışır, onu da diğerleri “ben varken, sen…” gibilerden alaşağı eder. Yani yürümez. Antalya’nın sesi, bırakın azgın İstanbul’a, Kepez’e bile ulaşamaz. Yaptıkları etkinlikler, çalışmalar ne onların gelişimine bir fayda sağlar ne de Antalyalıya. Yerel otoriteler de onların bu haline bakıp dalga geçer.

Heyecanlı sanatçı zamanla körelir, küser, hatta sanatına küser. Şu son on yılda yeni kim çıktı bu kentten? Hiç!..

Aslında iş basittir. O yerel otoritenin başları arada bir boyunlarını sanatçıların arasına uzatsa, o garibim, çocuk yaradılışlılar yeniden heyecana gelecek, zıplamaya başlayacaklar. Belki dernekleri gelişecek, belki oturup bir edebiyat sanat dergisi çıkarmak için coşacaklar; dergilerini İstanbul’a gönderip, dağıtımlara verip, biz de varız, diyecekler. Ama para olmayınca boyunlarını yakalarının içine gömecekler yine. Aslında sadece yerel otoriteler değil, diğer yerel kuruluşlar,  Antalya’nın sesini Türkiye’ye duyurmak isterlerse, yani bir yönden onlar da kendi kabuklarını kırıp, sanatçılarla bir işbirliğine giderlerse Antalya koca bir kasaba olmaktan kurtulur.

Bu dediklerimi kaç kişi anlayacak, şüpheliyim.  

Biz de, yani Antalya’da Türkiye çapında küskün şairler var, yazarlar var, çizerler var. Kim biliyor, kim tanıyor? Belki edebiyat sanatla uğraşan yaşlanmış birkaç yazar, şair. Demem şu ki, bir Şerif Enginbay, bir Salih Mercanoğlu, bir Ahmet Turan Kul, bir doktor…-hadi isim saymayayım, sayfa yetişmez.- İstanbul’da yaşasalardı tüm Türkiye tanıyacak, bizler de gururlanacaktık.

Sanırım bizim yerel yöneticiler, yerel kuruluşlar tanıtımda sanatın en üst noktada olduğunu biliyorlardır. Hıncal Uluç’un deyimiyle halktan uzak sadece “bakır portakalla,” bu iş yürümüyor.

Sanatçı derneklerimiz de –parasız pulsuz da olsalar- artık biraz uyansınlar, İstanbul’la ilişkilere başlasınlar. Önümüzde “Antalya Öykü Günleri” var. Belediyeler, işadamları kuruluşları, borsalar, diğer sivil örgütler lütfen bu işi organize etmeye uğraşan derneğe varlıklarını hissettirsinler. Şöyle üç-dört öykücü değil, 20-30 öykücüyü davet edilsin, bir sanat çıkarması yapılsın.  Bana inanmayanlar, bakın o zaman göreceksiniz Antalya’nın adı Türkiye’de nasıl duyulacak ve bizim küsen sanatçılarımız da nasıl yeniden kükreyecekler.

Altı  Kitap: 

Fakiri pürtaksir Hüseyin Cimrin

Kadrü Kıymetini Bilmediğimiz Değerlerimiz,diye başlık koymuştum yazıma. Kafam da yukarıda yazdıklarım yoktu bilgi sayarın başına oturduğumda. Niyetim, Hüseyin Cimrin’in  Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın yayını olarak çıkan  “Antalya Folkloru,” adlı kitabından söz etmekti. Kim duyar, kim dinler  bu fakiri pürtaksiri demeyin de söyleyin bana Allah aşkına, böyle 500 küsur  sayfalık kitabı gecesini gündüzüne katarak kim yazar?  Sadece şunu söyleyeyim, bu bir Antalya sevgisidir, bu bir Antalya tutkusudur.

Bu kitapla bile, Hüseyin Cimrin, Karaalioğlu Parkına heykelinin dikilmesine hak kazanmıştır. (600 bin kişiye arıtma götürdük diye kendini her yerde reklâm yapanların değil.) Ben, ATSO’ya da teşekkür ediyorum, bu kitabı yayımladıkları için. Biliyorsunuzdur, Cimrin’in Antalya ile ilgili hepsi nerdeyse tuğla gibi pek çok kitabı var. Antalya’nın tek, gönüllü Antalya tarihçisi, fakiri pürtaksiri. Kendisi ile gurur duyuyoruz. ATSO diyor ki, “ Atso, Antalya insanının yüzyılları kuşatan yaşam gerçeğini beşikten mezara kadar özenle işleyen ve Antalya  kültür zincirinin önemli bir halkasını oluşturan bu yapıtla, ulusal kültürümüze ve güzel Antalya’mıza bir kez daha katkı görevini yerine getirmenin bilinci ve mutluluğu içindedir.”  Bu bilincin diğer kuruluşlarımıza da sıçramasını gönül diliyor. Kitabı açıyorsunuz, “Hayatın çeşitli Safhaları” başlığı altında “Doğum Öncesi, Çocuğa kalma, Çocuk olması için umarlar,” bölümleri ile 40 sayfada sadece tarihsel gidiş içinde çocuk konusu işleniyor. Antalya yemeklerinden tutunda yaşamda insanın karşılaştığı her olay kitabın içinde.  Bir roman gibi okunabilen kitabı dilerim her Antalyalı, her Antalya’da yaşayan edinir.

Ahmet Turan KUL:

Yazının girişinde değindiğim gibi Ahmet Turan Kul, İstanbul’da yaşasaydı, onun şiirlerinin çoğu bugün hepimizin belleğinde olurdu. Bir gün, yıllarca önce Mehmet Taner,  “aman Celal, bu arkadaş ne yahu, harika. Neden Cumhuriyet Kitap’ta filan bir tanıtım yazısı yazmıyorsun?” diye beni suçlamıştı. Yazmak istedim, fakat Ahmet Turan Kul’un derinliğine inemeyeceğimden korkunca, vazgeçtim.

Geçen ay Ahmet Turan Kul, etiyle tırnağıyla üç kitap birden yayınladı. Üç kitap da deyim yerindeyse “Baba Kitap.” 

Kitaplar: “Toplu Şiirler, Manas Destanı,  üçüncüsü Firdevsi’nin Şehnamesi. “ Kutlarım… Kutlarım da okur olarak görevimizi yerine  getirebildik mi? Pek sanmıyorum. Toplu Şiirleri’nin güzelliğine bir diyeceğim yok. Tek kelime, Mehmet Taner’in dediği gibi Harika. Benim sevdiğim, pek çok dizesini ezbere bildiğim şiirleri yeniden okuyunca ruhum gençleşti, hüzünlendi, sevindi, coştu. Ama Manas destanı ile Şehname Türk Edebiyatına yapılan en büyük katkı, en büyük armağan. Kaç edebiyat meraklısı Şehname’yi Farsça olarak anlayabilir? Hemen hemen bugünün Türkiye’sinde tek kelime ile sıfır. Ahmet Turan Kul, Şehnameyi pür Türkçe ile bizlere, edebiyat sevenlere sunuyor. Eline, kalbine sağlık Ahmet! Seni seviyoruz.

Halk İnançları:

Halil Erdem de bir ilköğretim öğretmeni. Kendisi şairdir, ressamdır. Bunların dışında tertemiz bir halk çocuğudur, tevazu imbikten geçmiştir kişiliğinde. Daha önce bir roman denemesi ile şiir kitabını  yayımlamıştı.. Bu kez de Teke töresi’nin “Halk İnançları”nı toplamış. Gel de takdir etme. Araştırmanın, incelemenin durduğu ülkemizde genç bir adam gönül adıyor, doğduğu, büyüdüğü bölgenin halk inançlarına. Bildiklerini terazinin kefesine dolduruyor, bilmediklerini  dağ tepe demeden dolaşıp topluyor. Biliyorsunuzdur, Teke Yöresi Antalya’nın batısından Fethiye’ye, Denizli’ ile Afyonun bir bölümünü, Burdur’un tamamını içine alan geniş bir bölgedir. Halil Erdem’i de böyle bir folklor çalışması yaptığı  için kutlamak boynumuza borçtur.

Sulu Boya Zamanlar

Söke Şiir Günleri’ne onur konuğu olarak çağrılan Yunus Yaşar son şiir kitabı “Sulu Boyalı Zamanlar” ı yayımladı. Sulu boya resimleri tanırsınız, kısa zamanda yapılır, lekeleri yerinde kullanmak çok önemlidir. İmge yüklü şiirlerine Yunus Yaşar, kitabının kapağından başlıyor. Yaşam çok kısa, en çok sevdiklerimiz de hayatımızda küçük renkli lekeler olarak belleğimize işlenir. Şair, yaşamı ve zamanı nerdeyse birbiriyle ilgili şiirlerinde bir suluboya tablo gibi gibi işlemiş. Eh, kendisinin ressam olmasında da bunun rolü söylenebilir. Okurlara öneririm.

THY

Biliyor musunuz, Antalya’da THY artık yok. Evet yok!

Konyaaltı caddesindeki tek bürolarını da kapattılar, çalışanların bir kısmı başka illere tayin edildi, bazıları da Antalya Hava Alanında görevlendirildi.

Ey neresi bunun turizmin başkenti Antalya? Kendi öz, milli hava yollarının bile şubesi yok. Bu ne biçim icraattır, anlaşılmaz. Biraz utanma, arlanma lâzım. Ayda bir iki bin lira tasarruf edeceğim, diye Antalya gibi Türkiye’ye döviz aktaran bir ilde milli hava yolunu yok et. Hangi akıl, fikirle bağdaşır bu, anlayan varsa beri gelir.

Kusura bakmasınlar ama bence bu Antalya’ya ihanettir. Sayın Ulaştırma Bakanı, siz mi verdiniz emri?

O şubede yirmi yıldır çalışanlar vardı, en yenisi nerdeyse on yıllıktı. Yani hepsi deneyimli, müşteriye hizmet etmeyi kendilerine zevk edinmiş personeldi. Çoluk çocukları bu ilde okuyordu, evlerini kurmuşlardı. Tak, bir imza ile insanları perişan et. Yakışmadı sana THY. Hep seninle övünürdük.

Anlarım, küçük bir ildeki büronu kapatabilirsin, ama burası Antalya. Hiç mi farkında değilsiniz? 12 milyon turist geliyor, bunların hepsi tur turisti değil. Bağımsız gelenler.

Bu insanlar şimdi orada burada dolaşıp, THY’nın acentelerini arayacaklar. Yazık!

Bu tasarruf Antalya turizmine vurulmuş bir darbedir. Haberiniz ola. Başta Başbakan’ın.

Yayın Tarihi
15.12.2008
Bu makale 1082 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!