Çocukluğumuzun gençliğe adım atarken heyecanla okuduğu ilk kitaplarından biri. Oktay Akbal’ın ne dediğini o zamanlar pek kavrayamasak da bozulan bir şeyler olduğunun biraz da olsa farkına varmıştık. İnsanoğlu el ele kendine hayat veren her şeyi yıkıntıya uğratıyordu.
Şimdi çevrenize, kendinize bakınız, yaptığımız hatalardan, güvendiklerimizden yediğimiz kazıklardan, politikacıların yalanlarından yaşadığımız ortamı nasıl kirlettiğimizi, umutlarımızı nasıl yok ettiğimizi ürpermeden anımsayabilir miyiz? Oysaki mutlu olmaya, bu cennet dünyada cennetin tadını çıkararak yaşamaya hakkımız vardı. Yüzümüz sevdiklerimizle birlikte hep gülecekti.
Sanki Tanrı, en zor işleri bizim yapmamızı, en zor sorunları bizim çözmemizi ister gibi yaratılmışız bu topraklarda. Derin, keyifli, zevkle bir soluk almamızı, bir “oh,” dememizi bile bugün bizlere çok görüyorlar. Sorunlar yumağı içinde dolaşmış yaşamak bizim kaderimiz olmamalıydı.
Dünyanın yaşanacak ülkeler listesini yayınlıyorlar. Yunanistan bile yirminci sırada yer alırken Türkiye en sonlarda.
Neden yazıyorum biliyor musunuz bu lafları? Antalya’ya bakıyorum, nasıl aldatılmışlığımızı, nasıl uyutulduğumuzu düşünüyorum. Kırcami’de oturanların hayal kırıklığını yaşıyorum. İki yıl önce yazmıştım, ey Kırcamili’ler, size edilen vaatlere inanmayın, oy peşinde koşuyorlar.” diye.
Zeytinliki yeniden ihaleye çıkarıldı. Kentin akciğeri filan diyoruz, kimse dinlemiyor.
İddia ediyorum, İşbankası kavşağından tramvaylar dönerken devrilme tehlikesi geçirecek, çünkü raylara bir eğilim verilmemiş. Şimdi de raylar arasına su giderleri döşeniyor. Unutulmuş.
Ankara’nın dumanlı siyasi havasına hiç girmeyelim. Çakal dumanlı havayı severmiş gibi 7 askerimizi şehit edenlere, kardeş düşmanlığını İmralı’yı bahane ederek körükleyenlere sadece lânet yağdırmakla barışa, huzura ne katkımız olur bilemiyorum. Hele hele bir dizi ihmaller sonucu 19 maden feci işçisinin ölümüne mi yanalım yoksa yarın unutulacağına ve yeni ihmallerin yeni canlar alacağının endişesi ile mi yaşayalım.
Neşemizi bozuyorlar.
Bırakın biraz gülelim.
Hadi, yine ben ekmeklere döneyim. Madem öyle başladık öyle sürdürelim. Size yediğiniz bir ekmek içindeki kimyasal maddeleri sayayım. Eskiden ekşi hamur mayasıyla yapılan o canım lezzetteki ekmekler bugün bir kimya laboratuarı gibi. İşte ekmek yerine yediklerimiz:
Yüzde elli buğday unu, yüzde on kepek, maya, tuz, gluten, soya unu, emülgatör olarak mono ve digliseridlerin diasetil tartarik asit esterleri, antioksidan olarak askorbik asit, fungal, alfa amilaz hemüselülaz enzimler, sakaroz, kalsiyum propiyonat.
Bu ekmeğin zenginleştirilmesi imiş. İçinde eski ekmeklerdeki besleyici ne vitamin var, ne mineral.
Önce ekmekler bozuldu, şimdi de simitler.
Doktor Hoca imdat!...
(Cumhuriyet Akdeniz’den)