CUMHURİYETİN İLÂN EDİLECEĞİNİ İLK ÖNCE ANTALYA DUYDU
Küçük evimiz otel, daha doğrusu han olurdu Cumhuriyet Bayramlarında. Yakın köylerden, yakın dediğim 40,50 km. uzaklıktaki köylerden eş,dost, akraba bize akardı. Akardı da boş gelmezlerdi, bulgur, pekmez, un, tarhana, tereyağı, yoğurt, kışlık kavun heybelerinde dolu olurdu. Koyacak yer bulamazdı annem. Bir kısmını komşulara dağıtırdı, kalan nerdeyse bizim bir yıllık ihtiyacımızı karşılardı.
O küçük evimize nasıl sığardı onca insan bilemem. Hatırladığım: Komşulardan yatak, yorgan taşımaktı eve. Yün yataklar yan yana serilir, kadınlar bir odada, erkekler diğer odada. Kahvaltı, yemek yer sofrasında bahçede yapraklarını dökmeye başlayan ağaçların altında olurdu. Ankara’nın o güzelim Sonbahar günlerinin “Pastırma Yazı”nın sonuna yaklaşmışızdır. Yirmi, otuz kişi sofranın çevresinde toplanırdı. Bayram yemeği, öyle sıradan olacak değil ya: Toyga Çorbası, Kapama, kolböreği, Zerdali Hoşafı, konukların getirdikleri taze yiyecekler, işlemeli bakır sinilerin üzerini kaplardı. Yemekten sonra top yekûn doğru
bayram yerine.
Ankara’da yakın eşi, dostu akrabası olmayan ilçelerden, köylerden gelenler de Atpazarı’nda ki, Koyunpazarı’ndaki hanları doldururdu. Cumhuriyet Bayram’ına gidecekler, askerlerimizin geçit törenini izleyecekler, kısmet olursa Gazi’yi görecekler, onun sesini dinleyeceklerdi. On binlerce kişi doldururdu tören alanını. Bilmiyorum, o köylüler nasıl anlamışlar, nasıl kabullenmişlerdi Cumhuriyet Bayramı’nın anlamını, büyüklüğünü.
Bir, Bitikli Cafer Ağa vardı, o dayımın konuğu olurdu. Atatürk’ü Dikmen’de birlikte karşılamışlardı. Cafer Ağa, Bitik köyünde bıyıklarını burarken bir gün, Mustafa kemal’in 27 Teşrinevvel’de (Aralık) Ankara’ya geleceği haberini alır. Dört savaşa katılmış ve birkaç ay olmuştur yaralanınca Batı Cephesinden, çetecilikten döneli. 27 Aralık günü kırk adamını pür silah toplar, atına atlar, Ankara’ya gelir, Dikmen’e çıkar. Mustafa Kemal’i karşılar. Der ki : “Paşam kırk altlıyla emrinize amadeyim. (hazırım.)” Mustafa Kemal sonradan şöyle anlatır bu karşılaşmayı, “işte o zaman daha iyi anladım, bu milletin bağımsızlık savaşımızı kazanacağını.” (NOT: Mustafa Kemal’in emrinde yaverinden başka kimse yoktur o zaman.
Cafer Ağa öldüğünde Mustafa Kemal’in emriyle cenazesine askeri tören yapılmıştır, ama İstiklâl Mahkemesinde de yargılanmıştır Cafer Ağa.)
İLK BAYRAMIM
Bir akşam üzeri dayım beni evden aldı, Hacettepe’deki Yağcının Fehmi’nin kahvesine götürdü.
Çelik İbrahim amca, Genç Osman amca, Yağcının Fehmi amca hep birlikte çay içiyorlardı. Amcalarımın elini öptüm, “yiğenim, sarım, “ diye saçımı okşadılar, bir sandalyeye iliştim. ( Saydığım isimler Mustafa Kemali Dikmen’de karşılayan baş seymenlerdi.) Bana da bir çay söylediler. Sessizce dinledim konuşmalarını. Baktım, yarın Cumhuriyet Bayram’ı imiş, bayramı konuşuyorlar. “Gazi, galiba gelemeyecek,” diyorlardı. Dördü de hüzünlüydü. Efelerin gözleri dizlerine bakıyordu. “Doktoru izin vermemiş,” diyorlardı.
Dayım, Tiftikçi Ali, ziyaret nedenini açıkladı. Bana bir takım, seymen giysisi istiyordu. Bizdekiler bana büyük gelmişti.
Yağcının Fehmi hemen evlerine birini gönderdi, yetişkin oğlunun dar gelen giysisini getirmelerini istedi. Evi zaten kahvenin hemen yanı başındaydı. Seymen giysisi geldi, şöyle bir üzerime tuttular, “tamam,” dediler. Göğüslüğüm, Kuşaklığım, silahlığım, gümüş saplı kamam, gümüş kaplı muskalığım hepsi tamamdı, pistolum dışında. yemenim de (ayakkabı) yoktu. Dükkânlar kapalı olduğundan lastik ayakkabımla idare edecektim.
Cumhuriyet’in on beşinci yılıydı. (O gün okulda ( birinci sınıf) Dürüye Öner öğretmenim söylemişti. Cumhuriyet’in öğretmeniydi. Atatürk’ten söz ederken gözleri dolardı hep)
Geçen yıl da biraz söz etim bayram yazımda. Dayım sabahleyin bir taksiyle gelip beni evden aldı. Ulus’a geldik. Doğru bir muhallebiciye gittik. Dükkânın kapısından girerken seymen giysilerinin içinde göğsümü şişirdiğimi, kendime göre adımlarımı ayağıma bol gelen lastik ayakkabılara rağmen sert atmaya çalıştığımı hatırlıyorum.
On beşinci yılda belediye kararı ile seymenlere, otobüsler, taksiler, lokantalar bedavaydı. Muhallebicide de dayım hesap pusulasına bir imza atmıştı. Dayım, borcunu ödemek istemiş, muhallebici almamıştı, parasını belediye ödeyecekti.
Ben de o gün Ulus Meydanı’ndaki Büyük Millet Meclisi’nin önünden seymenlerle birlikte halkın alkışları arasında yürüdüm. Tanıdığım çocuklar vardı, hep birlikte resmi geçitte Ankara oyunlarını oynadık.
(O gün bir resim çektirmişim; seymen giysilerinin altında lastik ayakkabılarım pek komik duruyor.)
Bunları anımsarken biraz hüzünleniyorum mu ne? Altı yüz yıl kendine “Osmanlı,” diyen halk, Türklüğünü bilmiş, Cumhuriyet’in önemini, değerini kavramış, köylerden eşek, at sırtında, at arabasında yüz, yüz elli kilometre yol alarak Ankara’ya Bayramı kutlamaya, Gazi’yi görmeye geliyordu.
CUMHURİYET’İN İLAN EDİLECEĞİNİ İLK ÖNCE ANTALYA DUYDU
Ankara’da bir şeyler oluyordu. Bir şeyler oluyordu ama halk gazetelerde çıkan haberlerden de bir şey anlayamıyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nde (ismini Atatürk koymuştur.) Türkiye’nin en iyi idare şeklinin cumhuriyet olacağı ve bunun bütün İslam dünyasına örnek teşkil edeceği yönünde haber ve yazılar yayınlanıyordu. Diğer bazı gazeteler ise, 600 yıllık saltanat dururken böyle bir şey olamayacağını, memleketin Osmanlı saltanatı ile yönetileceğini iddia ediyorlardı.
“O şey, cumhuriyet” ne demekti?
Halkın kafası karışıktı. Kurulan hükümetler ise birkaç ay sonra istifa ediyor, yeni hükümet kurulması günler alıyordu. O günlerde yine bir hükümet krizi vardı. Meclis, yeni başbakanı, bakanlarını seçmekte zorlanıyordu. Hükümetin adı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetiydi. Bir devlet başkanı yoktu. Bir anayasa değişikliği gerekiyordu. Ama daha önce gerçekleştirilmesi gereken iki şey vardı:
30 Ekim 1922 de Mustafa Kemal, Meclise seksen imzalı bir takrir vererek Osmanlı İmparatorluğunun münkariz (çökmüş) olduğunu, yeni bir Türkiye devletinin doğduğunu, anayasa ile egemenlik hakkının millete ait olduğunu söylüyordu. Mecliste yapılan tartışmalardan sonra ertesi günü takrir kabul edilmiş, böylece saltanat sona ermişti. Bu takririn kabulü, egemenliğin sadece millette olduğunu söylemesi ile adı konulmamış cumhuriyeti betimliyordu.
Cumhuriyet, yepyeni bir kavramdı halk için. Ne demekti “o şey, cumhuriyet?” Memleketi cumhuriyet denilen şey mi yönetecekti? Saltanat ta gitmişti. Peki, halifelik ne olacaktı?
Halkın tedirginliği anlayan, bilen Mustafa Kemal Sultan Vahidettin’in bir İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk etmesinden sonra mecliste bir seçim yaptırarak Abdülmecit Efedi’yi “makam-ı hilafet” e getirmişti. Yani Abdülmecit halife olmuştu. Halife seçimi meclisçe yapılmıştı. Osmanlı döneminde olduğu gibi babadan oğula, yani, yeni padişaha kendiliğinden geçen bir unvan, hak olmaktan çıkmıştı. Halifeyi de halk adına meclis seçiyordu.
Bu ilerleyişler halkta da yavaş yavaş cumhuriyet fikrini uyandırıyordu. Her ne olursa olsun halk yapacaktı, halk evet demeden hiçbir şey olmayacaktı. İşte “o şey” dedikleri cumhuriyet bu olmalıydı.
Ancak daha barış imzalanmamıştı.
24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imza edildikten sonra Mustafa Kemal sıranın cumhuriyete geldiğine karar vermişti.
Bütün kafa karışıklıkları bir gün (22.9.1923) Mustafa Kemal Paşa’nın Avusturya’nın Wiener Neue Freie Presse Gazetesinin Ankara muhabiri Mösyö Lazar’a verdiği bir röportajla ortadan kalkacaktır.
Paşa röportajında, basında Teşkilat-ı Esasiye’de (anayasa) tadilat yapıldığına dair çıkan haberler hakkında “… bütün bu tadilat cumhuriyet esasına müteveccih (yönelik) olacaktır. Türkiye hal-i hazırda olduğu kadar istikbalde de daha fazla demokratik bir cumhuriyet olacaktır. Hiçbir suretle Garp (Batı) cumhuriyetlerinin sisteminden farklı olmayacaktır. Türkiye’nin bu cumhuriyetlerden ayrıldığı bir şekil meselesinden başka bir şey değildir” demiştir.
Cumhuriyet sözcüğü ilk kez konuşuluyordu. Büyük tartışmalar başlamıştı ama paşa sadece çıkan haberin doğru olduğunu söylemekten başka bir şey demiyordu.
Haberin yayınlanmasından bir kaç gün önce, İkdam Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Mecdi bey (Mecdi Sayman) arkadaşı olan Avusturya gazetesinin muhabiri Mösyö Lazar’ı meclis koridorunda beklemektedir. Nedeni Mösyö Lazar, Mustafa Kemal tarafından Meclis Başkanlığı odasında kabul edilmiştir. Mecdi Sayman anılarında bu röportajdan haberi olduğunu, Mösyö Lazar’la bir gün önce Anadolu lokantasında buluştuğunu yazar. Der ki, “ Röportaj yarım saat sürdü, başkanlık odasından önce Mösyö Lazar çıktı, arkasından Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey ( Tanrıöver) göründü. Lazar doğruca bana geldi, röportajı anlattı: “Mustafa Kemal Paşa , Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkentidir.” dedi.
İkdam Gazetesi Temsilcisi Mecdi Sayman Avusturyalı gazeteciden ayrıldıktan sonra, doğruca röportajda çevirmenlik yapan Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver’e koşar, duyduklarını aktarır, doğru olup olmadığını sorar. Hamdullah Suphi Bey, “evet,” der, “Gazi Hazretleri Cumhuriyet’ten bahsetti, ama yazamazsın.”
O gün, sadece Cumhuriyet’in ilan edileceğini üç kişi bilmektedir. Mustafa Kemal, Avusturyalı Gazeteci ve Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver.
Antalya, milletvekili kanalıyla haberi öğrenmiş kentte heyecan doruğa ulaşmıştı. Ama 29 Ekim akşamına kadar bekleyeceklerdi.
ANTALYA’DA KUTLAMALAR
1923’ün küçük bir Anadolu kasabası kadar olan Antalya bugün milyonlarca turisti bağrında ağırlıyor. Kentte uzun yıllardan beri yaşayanlar, Cumhuriyet Bayramı’nın nasıl coşkuyla kutlandığını bilirler.
1981 yılında Kaş’a yerleşmiştim. Beni Kaş’ta ilk şaşırtan, halkın Cumhuriyet Balosu dediği 29 Ekim akşamı Cumhuriyet Meydanında yapılan kutlamalar, eğlenceler olmuştu. Geçen yılda yazmıştım, Cumhuriyet Bayramı akşamı tüm Kaş halkı meydanda toplanıyor, lokantaların yerleştirdiği masalara yerleşiyor, Antalya’dan ya da Fethiye’den getirttikleri orkestra ile dans edip eğleniyorlardı. İşte Cumhuriyet’in halkça benimsenmesi, özümlenmesi buydu.
Antalya’mızda da ilk zamanlar Halkevi’nde Cumhuriyet Balosu veriliyordu. Baloya herkes davetli idi. Halkevleri kapatıldığından sonra bu balolar da bitti. Akşam da Fener Alayı düzenleniyordu. Hâlâ var kuşkusuz.
Geçen yıl, beş yıldan beri kapalı Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan kutlamalar, o coşku , o heyecan belleklerimizden silinmeyecek kadar büyüktü. Umarım bu yılda belediyemiz, valilik gereken önemi gösterir, halkla iç içe bayramımızı kutlar, Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına minnetlerimizi sunarız.
Var ol Cumhuriyet! Var ol Antalya!