MELTEM ESİNTİSİ

Anılarla Hasan Ali Yücel ve Aksu Köy Enstütüsü (2)

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!

Bedia Hanım, demokrat ve halkçı kişiliğiyle, özverili bakış açısıyla sadece Aksulu öğrencilerin değil, çevre köylerin de doktoru oldu. Sağlık hizmetlerini halkın ayağına götürdü. Gerçek bir Aksulu, gerçek bir eğitimci ve gerçek bir insan olarak yaşadı. 

Bedia Hanım, şen şakrak, kıpır kıpır, davranışları içten, tüm çevresini adam yerine koyan ve herkese candan davranan, gerekli yerde gerektiği gibi konuşan, sözünü esirgemeyen, amazon ruhlu, güvenilir, kişilikli ve mert, yeri geldiğinde erkek gibi ketum ve sert bir kadındı. Gelişmiş kişiliği ve aklı başında davranışları ile etrafında bulunanları kolaylıkla etkilemesini bilen biriydi. Pratik bir zekası vardı. Çabuk çözüm üretir, anında espri yapar, lafı gediğine koyardı. Hep doğrudan yana tavır alır, olayları çabuk kavrardı. Gerçekçi olduğu kadar duygusal yanları da vardı. Yaşadığı ve çalıştığı sürece, (çok uzun süre Aksu’da, kısa bir süre de Arifiye’de) bir okul doktoru, bir sağlık bilgisi öğretmeni olarak, öğrencilerinin ve çevre halkının nabzını elinde tuttu. Onları sağlık alanında bilgilendirdi. yeni bilgilerle donatarak köylerine gönderdi. Bir ömür süren ve özveriyle görülen bütün bu hizmetler, Hasan Ali Yücel’in tek cümlesinde saklıydı. “Vatan Sizi bekliyor, Bedia Hanım.”

 “Böyle Yaşayanlar Ölmez ki !”

Şimdi de süremiz yettiğince o dönem enstitü öğrencilerinden bazılarının, dönemin Milli Eğitim Bakanı Yücel’in Aksu’ya yaptığı ziyaretine dair görüş ve düşünceleri ve anıları, anımsadıklarını paylaşalım sizlerle: 

Cavit (Oral) Binbaşıoğlu ( 1944 Mezunu Emekli Öğretmen)

Enstitü’nün çalışmaları belli bir şekil almaya başladıktan sonra, Ekim ayının ilk haftasında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, yanında Antalya Milletvekili Rasih Kaplan, Antalya valisi Haşim İşcan olmak üzere Enstitü’ye (Aksu) geldi. Bütün çalışmaları, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’la beraber denetledi.

akşam, eğitmenlerin bulunduğu Perge harabelerinin yanındaki amfitiyatronun önündeki düzlükte bir toplantı yapıldı. Orada, eğitmenler tarafından bir müsamere verildi.Toplantıya İstiklal Marşı ile başlandı. İstiklal marşının ağır bir tempo ile söylendiğini gören Hasan Ali Yücel, anında müdahale etti. Kendisi eliyle tempo tutarak, İstiklal Marşı’nı yeniden söyletti.

Daha sonra Antalya milletvekili Rasih Kaplan, Köy Enstitüleri’nin ödev ve sorumluluklarını anlatan özgün bir konuşma yaptı.

Mehmet Kamil  (Ünal) Karaosmanoğlu ( 1944 Mezunu Emekli Öğretmen):

I

1940 yılının ikinci haftası içinde, eğitim öğretim çalışmaları biraz ilerledikten sonra, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, yanında başta Rasih Kaplan olmak üzere Antalya milletvekilleri, Antalya valisi Haşim İçcan ve kentin ileri gelenleri olduğu halde Aksu’yu ziyaret gelmiştir. 

Bakan Yücel’in bu ziyareti dolayısıyla, Enstitü’nün biraz daha ilerisinde, eğitmenlerin kaldığı yerde, bir akşam gösterisi, bir müsamere gerçekleştirildi. Müsamere başlamadan önce topluca İstiklal marşı söylendi. Ama o arada çok ilginç bir şey oldu.

İstiklal Marşı’nın o tören öncesi uygun bir tempo ile ve aslına uygun bir biçimde söylenemediğini gören Bakan Yücel, yerinden kalktı ve grubun önüne geçerek ve kendisi bizzat yönetmek suretiyle Ulusal marşımızın daha canlı, daha hızlı ve daha tempolu bir biçimde heyecanla söylenmesini sağladı.

Marş bittikten sonra da bundan böyle marşın söylenmesi konusunda daha duyarlı olunmasını ve Ulusal Marşın aslına uygun bir biçimde icra edilmesi gerektiğini de sözlerine ilave etti.

Not: Cavit (Oral) Binbaşıoğlu ve Mehmet Kamil (Ünal) Karaosmanoğlu devre arkadaşı olup, okulun 1944 yılında mezun olan ilk öğrencileri arasındadır.    

Mehmet Kamil (Ünal) Karaosmanoğlu ( 1944 Mezunu Emekli Öğretmen):

 

II

İkincisi Bakan Hasan Ali Yücel, Aksu’ya  geldiğinde, yanında Amerikalı bir  eğitim uzmanı vardı.  O zaman Amerika’dan eğitimle ilgili biriyle beraber gelmişlerdi. Fakat o Amerikalının üzerinde montgomeri gibi bir giyim vardı. Hasan Ali Yücel ise, “granta” giyinmişti o sıcakta. Kendisini bir efendi olarak gördüm ve hayran oldum, tabii ki. Çok içten, çok kucaklayıcı, çok kendinden emin, bir hali vardı Bakanın. Sert yüz hatlarının altında bir entellektüel olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu.    

 

Sebahat (Ermumcu) Öztürk ( Emekli Matemetik Öğretmeni):

Bir ara, Bakan Hasan Ali Yücel, Okulumuzu ziyarete geldi. O  sıra “penisilin” yeni bulunmuş. Öğretmen arkadaşların bulunduğu bir yerde “Penisilin’den faydalanıyor musunuz?” diye sordu. Coğrafya öğretmeni Halil Araç, espri olsun diye “Evet, efendim.” diye konuşmaya başladı ve “Pireleri yakalayıp, penisilini onların gözünün içine sıkıyoruz. Onlar da ölüyor.” diye de devam etti. Tabii ki Bakan, Hasan Ali Yücel, bu espriye epeyce kızdı. Arkadaşımızı azarladı.

Mehmet Şener (1947 Mezunu Emekli Öğretmen):

Bu amca Kim?

Mehmet Şener, Hasan Ali Yücel’le ilgili bir anıyla başladı başladı konuşmaya.

Bu anı Aksu’da geçmiş değil, ama belli ki, kendisini çok etkilemiş.

Anadolu bozkırından, Çorum’un bir köyünden Hasanoğlan’a öğrenci olarak gelen Ali Çuhadar. Köyünden okula yeni gelmiş. Öğretmeni ona basımevinin sobasını yakma görevi vermiş. Yakıt kömürdür. Ali, köyünde tezek, odun yakardı. Kömürü öğretmeni anlatmıştı ama, nasıl yakılacağını bilmiyordu.

İşin acemisi çocuk, kömürü sobaya doldurur, altından kibriti çakar, kömür bir türlü yanmaz. Bir kutu kibrit biter, ama çocuk sobayı yakamaz. Odada bulunan orta yaşlı bir adam küçük Ali’yi izlemektedir.

Oğlum, sobayı yakamadın. Beraber yakalım mı?    

Ali, soba yakma işini kendisine görev olarak veren öğretmenine mahcup olmamalıydı. Odadaki adamın önerisi canına minnet oldu. Kömürü  birlikte boşalttılar.

Bak oğlum, şu köşede tahta parçaları var, onları getir. Orada keser var, onu da getir.

İstenenleri getirdim. Tahtaları birlikte kırdık. Sobaya yerleştirdik.  Aralarına kağıt koyduk.

Haydi şimdi yak, dedi. Verdiği kibriti çaktım, kağıtlar anında tutuştu.

Nerelisin?

Çorumluyum, amca.

Kızlar da geldi mi?

Gelmedi amca.

Odunlar iyice tutuştu. Soba küreğini aldı, gözüme bakarak bir kürek kömürü sobaya koydu. Beklerken, bana okula ve bana dair başka sorular da sordu.

Haydi, bir kürek te sen at bakalım, dedi.

Soba yanmıştı. Bana yardım eden amca artık gitse, iyi olur, diye düşünüyordum. Tam o sırada, bana görev veren öğretmenim içeri geldi. Amcayı görünce hemen hazır ola geçti. Şaşırdım kaldım doğrusu. Amca “Allaha ısmarladık! ” diyerek elimi sıktı. O, daha pek uzaklaşmadan öğretmenimin ceketini tuttum, yavaşça: “Bu amca kim?” diye sordum.

Hasan Ali Yücel, oğlum. Milli Eğitim Bakanımız. Okulumuzu ziyarete gelmiş.

Kibirsiz, alçak gönüllü, davranışları içten adam işte böyle olur. Tam bir halk adamıydı Yücel. Baba adamdı.

Bu olayı, anlatan ve anlatırken de bizzat yaşayan Mehmet Şener, Yücel’e dair konuşmasına şöyle devam etti: Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel Aksu’ya da geldi. Okulu gezip görmesi bittikten, gerekli denetimleri tamamladıktan sonra, bizleri idare binasının önünde topladılar. Hepimize hitaben güzel bir konuşma yaptı. Çeşitli nasihatlerde bulundu, bilgece sözler söyledi. Ayrılmadan önce bize son sözü şu oldu: “Hedef güneşe varmak değil, güneş olmak.”

Kendisi güneş olmuş, bizlere güneş olmayı hedef göstermiş aydınlık insan Hasan Ali Yücel.    

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!

BİR DURUM TESBİTİ

Öğretmen Mehmet Şener’in anlattığı birinci öykü bana son zamanlarda televizyonlarda yayınlanan bir reklamı anımsattı. Hani doğu okullarında bir öğretmen sınıfta sobayı yakmaya çalışıyor ama bir türlü beceremiyor. Güya çaktırmadan cep telefonu ile annesini arayıp, sobayı nasıl yakacağını soruyor. Annesi, öğretmen kızına,  aşağıdaki havalandırma deliğini açmasını söylüyor. Delik açılıp, soba yanınca, öğretmen sınıfa dönüp, “Demek ki sobayı yakmak için ne yapıyormuşuz? Diye soruyor. Kız öğrencilerden biri hazırcavap bir biçimde öğretmene, “ Cep telefonu ile anamızı arıyormuşuz.” diyerek cevap veriyor. Aslında çocuğun verdiği esprili cevap, eğitimde düştüğümüz, düşürüldüğümüz durumu, bulunduğumuz yeri netlikle gösteren ve iç acıtan bir durum.

Bir yanda test ve tost çocukları. Ezbere mahkum. Bir yanda ilgi bekleyen koşulları yetersiz öğrenciler. Bir yanda sadece kuramsal bilgilerle donatılmış, işten anlamaz, basit bir sobayı bile yakmaktan aciz bir öğretmen modeli. Zilin çalmasını ve dersin bir an evvel bitmesini bekleyen sözüm ona öğretmenler.

Diğer yanda olması gereken yerde olan, soba yakmasını bilmeyen öğrencinin anında imdadına yetişen bir milli eğitim bakanı. Çocuğa güven duyan, ona “Hadi bir kürek te sen at!” diyen ve onu iş içinde yetiştiren bir milli eğitim bakanı. Gerçekten öğretmeyi iş edinmiş bir örnek insan. 

Geçen bunca zaman içerisinde nereden nereye savrulmuşuz değil mi?      

İşte Bakan Yücel’i ve onun dönemini farklı kılan da zaten bu.

Fahri Özçelik (1944 Aksu mezunu)

Gelmek istorum, ama gelemorum

Köy Enstitülerinde ana bir tema vardı. Kendi yuvanı kendin yap. O zaman ki şartlar içinde bu tema gereği, 1946 yılında Yüksek Köy Enstitüsü’nün ana binası yapılıyordu. Bir grup, geniş bir salonun sıvasında çalışıyor, bir yandan da türkü söylüyorlardı. Uzaktan bir grup insan bize doğru geldi. Bunlar içinde siyah fötr şapkasıyla Hasan Ali Yücel, gri golf pantalonuyla İsmail Hakkı Tonguç, iş alanına birlikte girdiler. Bakan Hasan Ali Yücel, harçlı kalasların üzerinde durarak, “Kolay gelsin arkadaşlar, sık sık gelmek istorum, ama gelemorum” dedi. Şivesi bizi şaşırtmıştı, ama ifadesindeki sıcaklık, bakışlarındaki anlam, gerçek bir babanın sevecenliğini taşıyordu. Aradan bunca yıl geçti, Her ikisi de bu dünyadan göçüp gittiler ama, ben buradan Yücel’in ifadesiyle seslenmek istiyorum. Sayın hocam, sizleri unutmoruz. Asla da unutmayacağız. Ruhunuz şad olsun.

Osman Işık:

Beşikdüzü Köy Enstitüsü mezunu emekli müzik öğretmeni

Ve Aksu Köy Enstitüsü’nün kurucu Müdürü Talat Ersoy’un damadı

27 Mayıs devriminden sonra, bir gece eşim ve akrabalarımla birlikte sinemadan çıktık. Kızılay’dan Sıhhiye’ye doğru yürüyoruz. Hasan Ali Yücel, eşi ve birkaç kişi ile, Zafer Çarşısı’nın köşesindeki bir apartmandan çıktılar. Biz öndeyiz. Hasan Ali Yücel, sigarasını dudaklarına bıraktı. Ama çakmağı bir türlü tutuşmadı, sigara ağzında kaldı. Hemen geri döndüm:

Efendim, izin verirseniz, sigaranızı yakayım.

Yak evlat.

Sigarasını yakarken konuştum:

Efendim, ben Köy Enstitüsü mezunu Osman Işık.

Nereden mezun oldun?

Beşikdüzü’nden. Hasanoğlan’da müzik öğretmeni olarak çalışıyorum.

Hürrem Arman’ın yanında mı?

Hürrem Arman, bizler 3. sınıfta iken, Yüksek Köy Enstitüsü Müdürlüğü’ne atandı. Ben, Aksu Köy Enstitüsü kurucu müdürünün damadıyım.

Avuç içi ile omzuma vurarak:

-Yahu, desene sen bizim Talat’ın damadısın. Eşinle eve bekliyorum.

Birbirimize iyi geceler diyerek ayrıldık.

27 Mayıs devriminden sonra, Hasan Ali Yücel başkanlığında bir eğitim komisyonu kurulmuştu. Haziran 1960’ta eğitim komisyonunun Hasanoğlan’ı ziyaret edeceği haberi geldi. Tüm hazırlıklar yapıldı. Yemek servisini öğretmenler yapacaktı. Ben, özellikle, Hasan Ali Yücel’in oturacağı koltuğu seçtim. Komisyon geldi. Gerekli incelemeleri yapıp, bilgileri aldıktan sonra, yemeğe geçildi. Hasan Ali Yücel, her servis değiştiğinde dikkatlice yüzüme bakıyordu. Sonunda:

Evlat, seni bir yerlerden anımsıyorum, ama bir türlü çıkartamadım.

-Efendim, bir gece Kızılay’da sigaranızı yakmıştım.

-Hani sen eşinle bize gelecektin?

-Efendim, özrümüz çıktı, ama geleceğiz.

Bugün yarın derken, Hasan Ali Yücel İstanbul’a gitti ve bir daha geri dönmedi. Ruhu şad olsun.

Böylesine sevecen, böylesine insancıl, böylesine insan sarrafı, halden anlayan birisiydi O. Böyle yaşayanlar ölmez ki!

Bakan Yücel’in 1946 senesinde Aksu’da öğrencilere yaptığı konuşmanın metni:

Çocuklar,

Ben buraya 1939’da geldim. O vakit, harabelerin yanında kurulan eğitmen kursu vardı. Eğitmenler bir toplantı yaptılar. Evvela İstiklal Marşını okudular, ağır ağır ilahî gibi söylediler. Beraberimizde bulunan bir komutan bunu beğenmedi ve tenkit etmişti. Hazırladıkları oyunlardan sonra müsamere, tertip ettikleri şekilde bitti.

Sonra ben konuştum, dedim ki: bulunduğunuz yerin kubbesi göktür. İstiklal Marşı’nı bir daha söyleyin, fakat sesleriniz kubbenin tavanına vursun. Dediğim gibi canlı canlı söylediler, tavana sesleri vurdu.

zaman burada İstiklal Marşını 30–40 kişi söylemişti. Bir sene sonra 940’ta buraya yine geldim. O zaman ki ağabeyleriniz şimdi öğretmendir. O zaman burada bu bina ve bir iki baraka daha vardı. Aradan altı yıl geçti. Bu müddet içinde fırsat bulup gelemedim. Bu sene gördüm ki, bu yıllar boşa geçmemiş.

1500-2000 sene evvel gelmiş olan insanların kurmuş olduğu harabe yanındaki bu ıssız yerleri mamure hale getirmişsiniz. Dinlediğim İstiklal Marşı, yüzlercenizin İstiklal Marşı… Kırk kişinin değil.39’dan 46’ya kadar geçen emekleriniz bu memlekete daha çok sahip olmanın alametlerini vermiş bulunuyor.

En küçüklerinize söylüyorum. Altı sene sonra köylerinize, evlerinize, okullarınıza varacaksınız. Kendinizden küçüklerine öğretmenlik edeceksiniz. Buraya geldim. Aranızda ben de sizin gibi bahtiyar oldum.

Sizleri, müdür ve öğretmenlerinizi memnun olur gördüm. Bir arkadaşınızın söylediği gibi, 100-150 sene yaşamak azdır. Bu yaşama, nesilden nesile geçerek bu millete hizmet etmesini bilenlerin gönüllerinden istikbale intikal etsin. Burada hiç bir emeğiniz ve temmuzun 50 derece hararetten yüksek günlerinde iş alanlarında döktüğünüz terlerin hiçbir zerresi yok olmayacak, Sizden sonrakiler bunun kıymeti bileceklerdir. Hoşça kalın, afiyetle çalışın, siz de benim gibi bahtiyar olun, bahtiyar kalın çocuklarım.

Kaynakça:

Cavit (Oral) Binbaşıoğlu, Öğrencilik ve Öğretmenlik anıları

Antalya gazetesinin 1940 yılı nüshaları

Mustafa Şanlı, Köy Enstitüleri Bülteni, Mayıs-Haziran 2008,

İbrahim Vurar,   basılmakta olan Karanlık Sokakta Aydınlanma

Mehmet Şener, basılmakta olan Karanlık Sokakta Aydınlanma

Mustafa Koç,    basılmakta olan Karanlık Sokakta Aydınlanma  

Hüseyin Çimrin – Bir zamanlar Antalya (Birinci cilt)

Dr. Erdal Atabek, Bedia Kervancıoğlu için yazdığı yazı

Gündüz Tok, Aksu belgeseli

Aydınlık Sokak Aksu belgeseli Levent Alaş

 

Yayın Tarihi
04.03.2011
Bu makale 15376 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Ne güzel bilgiler derleyip toparlamışsın. Sagolasın sayende bu buyük insanı ve yakınındakileri daha yakından tanıma ve ögrenme fırsatı buldum.Ne güzel günlermiş o günlerrrr.

Aynur Güleç 26.03.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!