BİRİNCİ YÖRÜKLER SEMPOZYUMU’NUN ARDINDAN
“Arkadaşlar, gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz, ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Akdeniz Üniversitesi, “Yörük Kültürü Uygulama ve Araştırma Merkezi” (YÖRKAM) 6- 8 aralık tarihleri arasında Antalya Muratpaşa Belediyesi işbirliğinde ve Antalya Valiliği’nin yakın desteği ile “1. Uluslararası Antalya Yörük Sempozyumu”nu düzenledi. Sempozyum, fuayede açılan ve Yörüklere yönelik fotoğraf ve resim sergileri ile de görsel bir şölene dönüştürüldü.
Türkan Şoray Kültür Merkezi’nde düzenlenen sempozyumda “Yörük kültürü” yurt içinden ve dışından gelen akademisyen ve araştırmacılar tarafından her boyutuyla el alınarak, değerlendirildi. Yoğun program nedeniyle ancak bir kısım konuşmaları izlediğimiz program, genel değerlendirme ile, bu alanda atılan güzel bir ilk adım, olumlu bir girişim idi. Muratpaşa İlçe Belediyesi’ni böylesi etkinliklerin altına imza attığı için kutluyor, daha ayrıntılı daha oylumlu nice sempozyumlar, festivaller düzenlemesini diliyoruz.
YÖRÜKLER
Temel taşıdır, kilit taşıdır,
İskeletidir “Yörükler” Anadolu’nun.
Obalarında tüten dumanıdır.
Gürül gürül yanan ateşdir.
Soğuğu kıran, içleri ısıtan.
Bağımsızlığın garantisi,
Sonsuza dek sigortasıdır.
Taşını, toprağını, vatan bilen,
Gerisini sadece ayrıntı gören
Vakti zamanı geldiğinde
gözünü kırpmadan uğrunda ölendir.
Sönmeyen son ocaktır umut kapısı.
ödün yoktur onun sözlüğünde,
gözüpektir, merttir, atılgandır,
toplumun yükünü taşır, üretkendir.
Barışcıldır, hoşgörü onu anlatır,
Değer bilmek ve sevgi onun işidir.
Atalarının sesine kulak verendir,
Canı pahasına yurdunu sahiplenendir.
Yazı yaylada, kışı kışlakta geçiren,
Obasını sırtında taşıyan, göçebe,
Yaşadığı günü kar bilen göçerdir.
Kadim bir kültürün temsilcisidir, Yörükler
Yerelden evrensele akan kültür mirasıdır.
Hünerli ellerdir, göznurudur dökülen
Halıdır, kilimdir, motif motif dokunan,
türküdür, ağıttır söylenen, sazdır çalınan
davul-zurna eşliğinde düğün dernek,
örf-adet, gelenek-görenektir
Yörüklerden tüm dünyaya armağan.
Yavuz Ali Sakarya
Birinci oturumun sonunda izleyicilerden biri, sorular ve yanıtlar bölümünde, konuşmacılardan birine, “dünyanın pek çok yerinde kökenleri konargöçer Yörük-Türkmen bulunduğunu, bunların “Birleşik Türki Devletler” adı altında toplanarak bir güç olmalarının mümkün olup olmadığını, dünya yüzünde 200 milyonu geçkin Türk bulunmasına karşın, Türkçe konuşma konusunda da sorun olduğunu, anadillerini konuşmak yerine Türk kökenli insanların yabancı dil konuştuklarını, buna neden gerek duyduklarını, Türkçeyi ortak dil yapmak üzere neden bir Türkiyat enstitüsü kurulmadığını sordu.
Birinci oturum sonunda katılımcılara plaket vermek üzere sahneye çıkan Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, kısa ama çok güzel bir açıklama yaparak, topluma bu alanda yön gösterdi ve aklımnda kaldığı kadarıyla şunları söyledi:
“Çok sayıda hasletlerimiz var. Onları doğru kullandığımız zaman bütün bunları başarabiliriz. Siz yapılan buluşları satın almak yerine, onları üretir, icat eder duruma gelirseniz, ne zaman cep telefonu yapar, uzaya uydu gönderir, teknoloji üretir, bilgisayar yapar, akıllı otomobiller üretir, dünyanın ilgisini üzerinize çekerseniz, o zaman insanlar sizinle ilgilenir, çevrenizde toplanır, kümelenir, birlik de kurarlar. Ne zaman kültür ve sanata önem verir, o alana yatırım yapar, eğitimi önemser, dünya çapında yazar, çizer, romancı, ressam ve genel anlamda ses getiren sanatçı yetiştirirseniz, dilinizi öncelikle siz taçlandırırsanız, o zaman sizin dilinizi de kültür ve sanat dili, ticaret dili olarak öğrenirler.”
Başkanın bu sözleri bence Türk toplumunun varoluş nedeni olan Yörük-Türkmen sempozyumunun en önemli mesajı, kısa, ama en özlü sunumu idi. Altı çizilerek, içi doldurularak geliştirilmesi gereken bir proje olarak algıladım ben de. Doğrusu çok beğendim.
Buradan bir proje konusu da biz çıkartalım. Hangi belediye altını dolduracaksa, o doldursun, vatana hizmet budur diyelim. Türkçeyi ses bayrağı yapacak, araştırmalar yapacak, yaptıracak insanların toplandığı, yaratıcı akıllarıyla yeni buluşlara imza atacak insanların desteklendiği, huzur içinde çalışabilecekleri, labortavur çalışmalarını yapabilecekleri, teknoloji üretecekleri, malzeme sıkıntısı çekmeyecekleri bir buluş ortamı oluşturalım. Adı “yurdu ve yurdum inasanının gönendirme merkezi”, olsun, orada sözel ya da deneysel tüm araştırmalar desteklenerek, ufuk aydınlansın, açıklansın. Yerelden, ulusala, sonra evrensele uzansın.
Burada, yeri gelmişken, kökeni Orta Asya’ya, büyük ölçüde yörüklüğe, konargöçerliğe dayalı Türki cumhuriyetlerle ilgili olarak Mustafa Kemal’i ve onun ileri görüşlerini anmadan geçemeyi,
Mustafa Kemal, Türk ulusunun Anadolu toprakları üzerinde saygın bir ulus olarak bağımsızlığını güvence altına almak maksadıyla, öncelikle “Misak-ı Millî” sınırlarıyla yetinmiş bir görüntü vermek durumunda kalmıştır. Bu, o zamanlar, cumhurbaşkanı Atatürk’ün bizim dışımızdaki Türki devletlerle ilgilenmediği anlamına gelmez. Tam tersine yaşadığı sürece onların durumu ile hep yakından ilgilenmiş, sorunlarının çözümüne yönelmiştir.
Atatürk, Türkiye sınırları dışında yaşayanların göç etmek yerine, bulundukları yerlerde yaşamaya devam etmelerini öngörmüş, göç önlensin, Türki topluluklar kültürel yapılarını bulundukları yerlerde korusunlar istemiştir.
Cumhuriyet Türkiyesi, ülke dışında kalan Türklerin yaşadığı devletlerle iyi ilişkiler kurmayı ve oralardaki Türklerin insan haklarını, yaşam haklarını güvence altına almayı hep görev edinmiş, o doğrultuda hareket etmiştir.
Atatürk, Türk dünyasına her zaman bütüncül açıdan bakmıştır. Türk kökenli insanları, nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, dini inanç ve mezhep gibi ayırıcı özellikleri ile ayrıştırmak, ötekileştirmek yerine, her fırsatta Türklüğü ön plana çıkartarak, büyük bir kültürel ortaklık şeklinde düşünmüş, kucaklayıcı bir tavır içinde olmuştur.
Büyük Ata’nın , bu konuya bakışı: “Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm (tutuklu, esir) ulusların özgürlük ve bağımsızlık konularıyla ilgilenmeyi, yardımcı olmayı benimsemiş bir ulustur. Durum böyle olunca, bir yandan mazlum uluslara örnek olurken, diğer yandan öncelikli olarak kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlıklarına kayıtsız ve ilgisiz kalmamıştır.” şeklinde olmuştur.
Atatürk, “Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür sorunlarıyla ilgilenmelidirler. Nitekim, biz Türklük davasını olumlu ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine bu nedenle önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” da demiştir.
Atatürk’ün, “Balkan Milletleri toplumsal ve siyasal olarak ne görünüm verirlerse versinler, onların Orta Asya’dan gelmiş yakın soylardan müşterek cetleri (ortak ataları) olduğunu unutmamak gerekir. Karadeniz’in kuzey-güney yolları ile binlerce yıldan bu yana deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlar’da yerleşmiş olan insan kütleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına karşın, gerçekte tek bir beşikten çıkmış, kardeş kavimlerden (uluslardan, topluluklardan) başka bir şey değildirler.” görüşüne katılmamak mümkün mü?
Atatürk’ün Türk Dünyasına yönelik görüş ve düşüncelerini yansıtan en tanınmış sözleri, 29 Ekim 1933 tarihinde tıbbiye mezunu genç doktor Zeki beyle arasında geçen konuşmalara dayandırılmaktadır. Konuşmanın özü şöyledir:
“Arkamdaki haritayı görüyor musun?
-Görüyorum Paşam.
-O haritada, Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok (Dönemin Sovyet Rusyasını kastediyor. YAS) var, onu da görüyor musun?
-Evet, görüyorum, Paşam.
-İşte o ağırlık, benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için şu anda konuşamam! Düşün bir kere. Osmanlı İmparatorluğu’na ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün, bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey, sürgit değildir! Bugün, “ölümsüz” gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve uluslar, hep bu anlayışa sahip olmalılar. Yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını önceden bilmelidir!
Bizim bu dostumuzun (Rusya) yönetiminde dil bir, inanç bir, öz bir, kardeşlerimiz bulunmaktadır. Onlara arka çıkmaya hazır olmalıyız! “Hazır olmak” sadece o günü susup beklemek değildir. Geleceğe hazırlanmak lazımdır. Uluslar, buna nasıl hazırlanırlar? Bu durum ancak, manevî köprüleri sağlam tutarak olabilir.
Dil, bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim, onlara yaklaşmamız gerekli.
Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette Bizler yapacağız. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz, ‘Dil Encümenleri’, ‘Tarih Encümenleri’ kuruyoruz. (Türk Dil kurumu, Türk Tarih kurumu ve benzeri. YAS)
Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar duruma geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz de olması gerekli. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşıtmamız lazım. Bu nedenle okullarda okuttuğumuz tarihi, Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidir. Orada yaşayanlar da bizi tanımalı, bilmelidir. İşte bunu sağlamak için de ‘Türkiyat Enstitüsü’nü kurduk. Kültürlerimizi bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konularak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara bile neden olabilir. Bunlar, devletlerin ve ulusların derin düşünceleridir.
Duyuyorum, benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız, “Paşanın işi yok! Dil ile tarih ile uğraşmaya başladı.” diyorlarmış. “Benim işim, başımdan aşkın! Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, ‘Yarının Türkiyesi’nin temellerini atmaya da o kadar özen gösteriyorum. Bu yaptıklarımız, hiçbir ulusa düşmanlık değildir. Biz Türkler, barıştan yanayız, hep barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için de hazır olacağız. Akıllı bir genç olduğun için sana söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler (ülküler) konuşulmaz, ancak yaşanır!”
Ulu önder’in Türki cumhuriyetlere bakış açısı, attığı adımlarla somutlaşmıştır. Atılan adımlar arasında, kurumlaşma ve dış politika önemli bir yer tutmaktadır.
Kurumlaşma çabaları için de en bilinen örnekler, Türk Tarih Kurumu’nun, Türk Dil Kurumu’nun, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin, ve Türkiyat Enstitüsünin kurulması çabalarıdır.
Yaşadığı sürece Mustafa Kemal’in bu kuruluşlar üzerine azami özen gösterdiğini hepimiz biliyoruz, okuyoruz. Zaten, Mustafa Kemal’in vasiyetnamesinde, Türk Tarih Kurumu’na ve Türk Dil Kurumu’na mal varlığından pay ayırması da bunun en açık kanıtıdır.
1924 yılında kurulan Türkiyat Enstitüsü için 20.000 Lira ödenek ayırttırmıştır. 20.000 Lira, o dönemde miktar olarak oldukça büyük bir miktardır. Bu para, ulu önderin Türkiyat Enstitüsü’ne verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu konuda Enstitünün kurucusu olaral görevlendirdiği Prof. Dr. Fuat Köprülü’ye söyledikleri de ilginçtir.
“Size, çok önemli bir görev veriyorum. Bilgili ve özellikle zeki arkadaşlarınızı toplayın! Onlara görev verin, oralara (Türki cumhuriyetlere) gitsinler, oradaki insanlarla dostluklar kursunlar ve toplumlar arasındaki benzerlikleri, kültür ve tarih beraberliğimizi hatırlatarak canlandırsınlar! Siz onları memleketimize davet edin. Cumhuriyetimizi yakından görüp tanısınlar. Oralarda gereken araştırmaları yapın, bilime hizmet edin! Ortak bir tarihten geliyoruz, birbirimizi tanımakta yarar var! ” demiştir.
Konuya ilişkin bir başka olay daha vardır. Ulu önderin bu konudaki öngörüsünü kanıtlayan.
1936 yılıdır. Ölümünden iki, ikinci dünya savaşının başlamasından 3 yıl öncedir.
Atatürk, her zamanki gibi Çankaya'daki akşam yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken, masadakiler sık sık “Paşam, Ruslar şöyle ileri adımlar atıyor, ekonomide, sanayide, askeri alanda şöyle başarılı oluyorlar” gibi sözler sarfediyorlardı.
Atatürk bunun üzerine yemeği bırakıp masanın üzerinde bulunan içinde meyvelerin olduğu bir tabağı alıyor, yere alacakmış gibi yapıyor ve masada bulunanlara dönerek. "Bu tabağı yere bıraksam, kaç parça olur?" diye soruyor.
Yanıt, "40 parça olurdu Paşam" oluyor. "Hayır..." diyor Mustafa Kemal, soruyu yeniden soruyor, aynı yanıtı alıyor.
"Bilemediniz..." diyor. Ve "Biraz sabredin... siz, “Yurtta Sulh, Cihan'da sulh” ilkesine sarılın. Çünkü 60 yıl sonra, Rusya 60 parça olacak. Bu nesil (devrimi gerçekleştiren nesil. YAS), Bolşevik İhtilalini, (Sovyet devrimini) yaptı. Kan kussa, kızılcık yedim der. Devrime sahip çıkar. Oğulları da babalarının istikametinde (yönünde) gider. Ama ondan sonraki nesil (üçüncü nesilden söz ediyor. YAS) Rusya'yı 60 parçaya böler..." der.
Bu sözler, 1936 yılında söylenmiştir. Atatürk’deki öngörüye bakar mısınız?
Gerçekten de Rusya'daki parçalanma (Glastnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılandırma. YAS), Mustafa Kemal Atatürk'ün isabetle söylemiş olduğu gibi tam da üçüncü nesilde meydana gelmiştir. Atatürk 1936 yılında Rusya'nın parçalanacağını söylerken, ayrıntılı ve tamamlayıcı açıklamalarda da bulunmuştur:
"Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat, yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. (Osmanlı toprakları üzerinde bugün 70 e yakın irili ufaklı devlet vardır. YAS)
Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya bugünden hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak."
"Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır" diyen Atatürk’ün öngörülerine katılmamak olası mı? "Türkiye, 21. Yüzyılı şekillendiren Avrasya için kilit ülke durumundadır. Bizi örnek alacaklardır." Görüşü ortak görüşümüzdür. Öyle de olmalıdır.
Yine “Yurta sulh, Cihanda sulh” ilkesine dönelim. Bu ilkeyi yurt içinde ve dışında
kullanabildik mi? Glastnost sonrasında Türki cumhuriyetleri bir araya getirip derleyip toparlama konusunda başarılı olduk mu? Yoksa dönemin yöneticileri tarafından onları nasıl istismar edebiliriz diye mi baktık, biz nasıl bir yanlış yaptık. Kökü Orta Asya’ya dayanan, konar göçer yaşamı benimseyen, kökü yörük, kültürü köklü insanları bir araya getirme, bir güç oluşturma konusunda ne yanlış yaptık? Nerede yaptık? Yörük sempozyumu deyip geçmeyin. Sorulan bir sorunun bana düşündürdükleri ve yazmaya zorladıkları şeyler bunlar. Ama Başkanın sözlerine bayıldım. İtiraf ediyorum. Konuşmasının arasına serpiştirilen özlü sözler de vardı.
Başkan Ümit Uysal’dan Yörüklere yönelik inciler
“Eğer Yörük'ün bakış açısı egemen olsaydı, bugün ceplerimizdeki telefonların bir kısmı Türk malı olacaktı, Türk adlar taşıyacaktı.”
“Geleceğin robotla, yapay zekayla örülü dünyasında yer alacak bir Türkiye'nin, kendi geçmişinden ivme alması gerekir. “
“Bizim geleneksel kültürümüzde, yaşam biçimimizde bulunan öğelerden yola çıkmadan, toplumuzun genel yaşam biçimi ve kültür mirasının içinde yer alan tarihi zenginlikten hız almadan, içinde yaşadığımız dijital ve modern çağın gereklerini yerine getirecek toplumsal enerjiyi oluşturmamız çok zordur. “
“Geri kalmışlık ve yoksulluk, ekonomik bağımsızlığa dayalı olmayan siyasi duruşun sonucu olup, ilerde bağımsızlığın kaybı, güçsüzlük ve yalnızlık demektir. Bu nedenle, toplumsal seferberliği oluşturmak için kendi kültürümüzde yer alan, bize hız verecek, bizi hep ileriye fırlatacak temel kültür dokusunun altını çizmeli, giderek derinleştirmeli, hep bu kimlikten yola çıkmalıyız.”
"Yörüklük, geleceğin umududur."
“Yörük kültüründe 24 saat mesai var, çalışkanlık var.”
Yörük kültüründe müthiş bir çevre bilinci, hayatla sınanan bir çevre bilinci var.
Yörük kültüründe gerçek hayatla ortaya çıkan bir liderlik var. Kadın erkek, genç yaşlı demeden en yeteneklinin arkasında durmak var. Liyakat var.
Yörüklükte, cinsiyetler ve kuşaklar arasında doğal bir denge var.
Yörük kültüründe, eldeki her şeyin kıymetini bilmek var.”
Bu kadar övgü dolu sözlerden sonra “yörük” olasım geldi demiyorum. Zaten, yörüğüm.
Kaynaklar: İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Avrasya Devleti,
Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası,
Metin Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi,
Sadi Borak, Atatürk, Resmî Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşiler,
Barış Doster, Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler
Turhan Feyzioğlu, “Millî Kurtuluş Önderi Atatürk ve Milletlerarası etkisi