Türk Halk Müziği sanatçısı, Prof. Musa Eroğlu’nun memleketinde (Mersin’e bağlı Mut ilçesinde Sartavul köyünde) 1000 dönümlük bir alanda oluşturduğu, kendi adını taşıyan bir ormanı var. Bu orman toplam 100 bin ağaçtan oluşuyor. Orman, ağırlıklı olarak çam ve sedir, kızılçam, meşe ve kavak ağaçlarından oluşuyor. Ne güzel haber!
Eroğlu, oluşturduğu ormanlık alana ev yapmak yerine yakınında bulunan bir bağ evinde yaşayarak, ormanın içinde yaşayan canlıların ürkmemesi, doğaya herhangi bir biçimde müdahalede bulunulmaması, doğanın içindeki flora ve fauna ile (bitki ve hayvan varlığı ile) birlikte korunması gerektiğine inandığı için özenli davrandığını söylüyor. Sanatçı dediğin böyle olur.
Akademisyeen-Sanatçı Musa Eroğlu, konuya yönelik olarak şunları ifade ediyor:
"Mersin'in Mut ilçesinde, kendi adımı taşıyan 100 bin ağaçlık bir ormanım var. 1960'larda buralar hep ormanlıktı, daha sonra orman ve ağaç türleri giderek yok oldu. Gelip geçerken hep bakardım. Bir gün kiralayıp ağaçlandırmaya karar verdim. 1999 yılında başvuruda bulundum, 2000 yılında 900 dönüm araziyi teslim ettiler. Ondan sonra da başladım çalışmaya. Bu orman için yıllardır çalışıyorum, bazı ağaçlar kocaman oldu, bir kısmı şimdiden boyumu bile geçti.”
Güzelliğe, duyarlılığa bakar mısınız? Sanatçı dediğin salt toplumun değerlerini gündeme getirerek onu bir biçimde sömüren, hep alan değil, ona katkıda bulunan, üreten, veren yapıda olmalıdır. Örnek mi arıyorsunuz. İşte Musa Eroğlu. Katıksız sanatçı.
Sevgili Eroğlu, doğduğu yeri, aslını inkâr etmeden, konuya ilişkin sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ben buralıyım. (Mersin’e bağlı Mut ilçesinde Sartavul köyünden) Ormana yakın yerde bir bağ evim var, orada oturuyorum. Bu bir yaşam biçimi benim için, burada yaşıyorum, bu ağaçlarla konuşuyorum, doğa benim öteki yarım. Çünkü müziğimde de söylediğim ve insanlara ulaştırmaya çalıştığım şey, doğa ve insan sevgisi. Sadece insanı sevmek yetmez, insanın yaşayacağı muhiti de seveceksin, bastığı toprağa da ilgi göstereceksin.”
Toprak, onun değerini bilirsen, vatan yaparsan, yurt yaparsan, korursan, kollarsan anlam taşır. Yoksa, taştır, kayadır, sudur, kildir, kumdur, çakıl ve kara topraktır. Uğrunda can verirsen vatandır, gerisi ayrıntıdır.
Sorumluluk sahibi bir sanatçı olarak Musa Eroğlu, sorgulayıcı aklıyla, sınırsız yurt sevgisi ile, kültür ve sanata yatkınlığı, yeteneği ve doğaya olan sevgisi ile durum değerlendirmesi yapmaya devam ediyor:
“Biz, çocukluk dönemimizde çok orman kestik. Çağırdılar, kesin dediler, kestik. O kestiğimiz her ağaca karşı, yüzlercesini dikmek istiyorum. Kazandığım parayla buralara yatırım yapıyorum. Bugüne değin hiç kredi almadım, hep verdim. Ormana kira, işçilere bakım ücreti, hep verdim. Vermeye de devam edeceğim. Benim yatırımım geleceğe. Yoldan geçen insanlar daha iyi soluklansın bana yeter. Yaşanacak bir Toroslar'ı bırakmak; işte benim dünyam, işte benim düşlerim."
Sevmek, sevdalı olmak başka şey. Doğa sevdalısı, türkü sevdalısı Musa Eroğlu, bu güzel davranışlarınla sana hayran olmamak, seni sevmemek mümkün mü? Sen düş kurmaya devam et. Daha çok ağaç dik, başkalarına da örnek ol ki, yurdum bütünüyle yeşillenip şenlensin, yurdum insanı, ormanlarında korularında soluklansın. Ormanı yakmamayı, yeşil dokuyu korumayı, çocuklarının geleceği için sahiplenmeyi öğrensin. İyi ki varsın. Seni klonlayıp çoğaltmak gerek. Her kente birkaç Musa Eroğlu gerek.
Musa Eroğlu, bu konuda tek örnek olarak kalmamalı. Yerli tohum konusunda bir başka sanatçı Pınar Ayhan'ın büyük çabaları var. Her alanda üretmek, kesinlikle yurt çapında tüm engellere karşın eğitim, sanayi, turizm, teknoloji ve benzeri alanlarda seferberlik çalışması başlatmak gerek. Bunu yurtseverler olarak bizler yapmazsak kim yapacak? Yarın çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız? Gün bugün. Yarın çok geç olabilir. Haydi o zaman geleceğe umutla yol alalım. Bir tek şeye ihtiyacımız var: çalışmak.