Kısa bir anektod ile başlamak istiyorum. Yıl 1964. Isparta ŞAİK Lisesinde öğrenciyim. Edebiyat öğretmenimiz Güneş Ergün Hanım (kendisini saygıyla anıyorum), bir kompozisyon yazmamızı, orada “öğretmenlik” mesleğini irdelememizi istemişti. Okumayı, yazmayı seviyordum. Konuya yönelik kompozisyonumu okumuş, bir sonraki derste bana “Kompozisyonun güzel, iyi yazmışsın, ama sen öğretmenliği hiç tanımamışsın.” Demişti. Kulakları çınlasın. Ben de sevgili öğretmenime, “Hocam, benim babam Gönen Köy Enstitülü öğretmen, her iki eniştem de köy enstitülü öğretmenler. Ailemde çok sayıda başka öğretmen de var. Okulda, evde çok sayıda öğretmeni, yaptıklarını, anlattıklarını gözlemliyorum. Örnek alıyorum. Bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Ben tanımıyorsam, kimse tanımıyor demektir? Nasıl olur?” Dedim.
"Üstüne üstlük yıllarca (50li yılların sonları) Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği’nin büyük özveri ile çıkarttığı “Demet” dergisinin hemen her sayısını okuyarak büyüdüm. Dergiyi yurt çapında abonelere yıllarca ben gönderdim. Öğretmenleri de, öğretmenlik mesleğini de bildiğimi sanıyorum." diye de ekledim.
Demem o ki, sonradan ben de öğretmen oldum. Eşim öğretmen. Bu günlerde ailemde çok sayıda öğretmen var. Ülkemizde bünyesinde en çok öğretmen bulunduran bir ilçede Isparta–Gönen’de doğdum.
1969 da Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünü bitirerek, bölüm kurulunca öğretmen okullarında öğretmenlik yapmak üzere seçildim. İlk öğretmenliğimi Arifiye İlköğretmen Okulu'nda yaptım. Buca Eğitim Fakültesi'nde yabancı diller bölümünde çalıştım.
Kısacası, yarım asırdan uzun süredir eğitim öğretimin içindeyim. Öğretmen ve yönetici olarak orta, lise ve yüksek okul düzeyinde görev yaptım. Emeklilik sonrasında bile eğitim-öğretim ile ilişkimi kesmedim. 70 li yıllarımı yaşadığım şu anda bile Antalya Kent Konseyi Eğitim Çalışma grubunda üye, Kültür-Sanat Çalışma grubunda başkan olarak yakın ilgimi sürdürmekteyim.
Öğretmen maaşlarını yük gören bir anlayışın yönettiği milli eğitimde, okumayı küçümseyen, cahilin ferasetine güvenen, sözde profesörlerin olduğu bir ortamda, diplomasızlığı ile övünen din adamlarının kontroluna bırakılan bir bakanlığa rağmen, sürekli okuyan ve kendini geliştiren, toplumun geleceğini oluşturan çocukları, gençleri yetiştirmesi gereken Milli Eğitim bakanlığının aldığı kararları takip eden, müfredatı değerlendiren, yanlış kararları gündeme getiren, uygulamaları günü gününe izleyen oldukça duyarlı biriyim. Öncelikle sorumlu vatandaşım.
Pandemi ortamının bizi getirdiği noktayı hepimiz biliyoruz. Bugün "Okullar açılsın mı, açılmasın mı?" tartışması gündemi sürekli meşgul ediyor. Çelişkili açıklamalar almış yürümüş durumda. Sağlık Bakanlığı, "Durum ciddi!" diyor, Turizm Bakanı daha çok turist gelsin diye pandemiyi yok gösterme eğiliminde, Eğitim Bakanı büyük kararsızlık içinde neyi nasıl açıklayacağını bilemiyor. Velilerle okulları karşı karşıya getiriyor, taşın altına elini koyması gereken biri iken, "Tavşana kaç, tazıya tut" diyor. Bir türlü çözüm bulamıyor.
Ülke çapında hasta sayısı azalacağına artıyor, ölen sayısı artıyor, toplum gerekli önlemleri almak yerine umursamaz biçimde camileri, meydanları dolduruyor, düğünlerde mesafeye özen göstermeden ele ele tutuşup halay çekiyor, asker uğurlamaları aynen devam ediyor, bulaş riski giderek artıyor. Karamsar olmak için her şey var.
Kimi uzmanlar, küçük çocukların maske takmalarının sakıncalarından söz ediyorlar. Yeterince özenli davranmaları beklenmeyen çocukların risk altında oldukları, bulaşa olumsuz yönde etki edecekleri biliniyor. Servisler ayrı sorun, yemek konusu ayrı bir sorun. Özensizlik tavan yapıyor.
Gelin siz bu ortamda, okulların açılmasına gönül rahatlığı içinde "evet" diyin bakalım. Ben, bir emekli öğretmen olarak, okulların bu olumsuz ortamda açılmasından yana değilim. Bu düpedüz 20 milyona yakın genç nüfusun Corona virüsüne açık olması, taşıyıcı olması riskini taşıyor. Katlayarak artırıyor.
Yapılacak işlem, pandemi ortamını fırsat bilerek, uzaktan eğitimi yaygın kılmak, gereksiz ezber bilgilerle beyinleri yormak yerine yaşama yönelik temel bilgilerin yurt çapında eşit düzeyde verilmesine yönelik çalışmalar yapmak olmalıdır.
ille de yüz yüze eğitim yapılacaksa, sağlık kontrolları sıklıkla yapılan öğretmenlerin gezici öğretmenler olarak değerlendirilmesi, eğitilmek üzere önlerine konan çocukların seyreltilmiş sayıda olması sağlanmalıdır. Bu aşamada belki de atamaları yapılmadığı için işsiz kalan öğretmenlerin saat başı ücretli olarak görevlendirilmeleri düşünülebilir.
Bedava kitap ve kaynak temini ile donatılan çocukların, seviyelerine uygun biçimde kitaplar okumaları, onları safsatalarla, hurafelerle, koşullandırmak yerine aklı rehber edinen, bilimselliği önemseyen, ahlaklı, dürüst vatandaşlar olmalarını öğütleyen kitaplar okumaları, kıssadan hisse çıkartan kitaplara ağırlık verilmesi düşünülmelidir.
Sübyan mekteplerine değil, ana okulları ve okul öncesi eğitimlere ağırlık verilmeli, çocukların beyinleri karıncalandırılmamalıdır.
Yaşa göre eğitim, seviyeye ve algı düzeyine uygun eğitim verilmesi düşünülmelidir. Yaşam sevinci kazandıran konular işlenmelidir.
Okulların her şeye rağmen açılmasını öneren yetkililere yanıtlamaları için kimi sorularımız var. Bunlar çözümlenmeden, pandeminin önlenmesi, sağlıklı eğitim–öğretim yapılması olası değildir.
Çocukların ruh sağlığına ne kadar dikkat edilecek? Her an hasta olur muyum, bana da bulaşır mı, ben yakınlarıma ya da başka insanlara bulaştırır mıyım, vicdan azabı çeker miyim, bütün bunlara değer mi, düşüncesi nasıl önlenecek? Her an stresle nasıl başa çıkılacak?
Eğitim öğretim kurumlarına girişlerde öğrencilerin, öğretmenlerin görevlilerin sağlık kontrolları, enfekte (bulaşmış) olup olmadıkları sıklıkla kontrol edilebilecek mi? Günün her anında bu nasıl yapılacak? ortam sürekli nasıl dezenfekte edilecek? Yurt çapında bu masraflar kimler tarafından ve nasıl karşılanacak? Süreklilik nasıl sağlanacak?
Çocuk, oyun demektir, hareket, canlılık demektir, oyuna yoğunlaşma, biraz da bu nedenle dikkat dağınıklığı, özensizlik demektir, el şakası demektir, yakın temas demektir. Bütün bunlar, sınıfta, koridorda, işlikte, laboratuvarda, bahçede, sahada nasıl tek öğretmen tarafından kontrol edilecektir?
Tehlike geçmiş değil. Salgın hastalık artarak, devam ediyor. Okulların açılması, zorunlu olarak bir araya gelecek öğrenciler tarafından daha tehlikeli boyutlara taşınacaktır. Bu iki kere iki dört.
Çözüm okulları biran evvel açmak değil, bilinçli yayınlarla, sıkı denetimlerle bir an evvel pandeminin önlenmesi, sıfırlanmasıdır.
İleriki etapta beş günlük eğitim-öğretim, gerekirse yedi güne çıkartılarak, yarıyıl tatili ya da yaz tatili birer hafta kısaltılarak telafi edilebilir. Ders dışı projelere ve üretimlere yönlendirilerek öğrencilerin yaşama hazırlanmaları sağlanabilir.
Aklımızı kullanırsak, gerçekten çözüm ararsak, bulabileceğimizi düşünüyoruz.
Yurt çapında 100 binin üzerinde yeterli cemaati olmayan cami yapacağımıza, 100 binin üzerinde okul, ana okulu, meslek okulu yaparsak, eğitim fakültelerinin değişik bölümlerinden mezun öğretmenlerin hepsini sınıfsız, okulları öğretmensiz bırakmazsak, sınıf mevcutlarını en çok 10-12 kişi ile sınırlarsak, okul kadar okul dışını da öğrenme ortamı haline getirirsek, gezilere, deneylere, açık havaya, araştırmalara, yaratıcı projelere önem verirsek, değişik bölgelerde yer alan okullar arasında nitelikli eğitim açısından eşit davranabilirsek, farklılıkları giderebilirsek, kadın-erkek eşitliğini sağlarsak, okullarımızda karma eğitimi uygularsak, bilim dışı abuk sabukluklarla uğraşmak yerine aklı ve bilimi rehber edinirsek, öğretmen yetiştirmeyi ciddiye alırsak, “Bari bir öğretmen olsun” mantığıyla değil, aşı gibi öğretmen yetiştiren kurumlar açarsak, üniversiteleri, eğitim fakültelerini koltuğunu hak eden kürsü sahipleri ile doldurursak, işleri günü birlik yaşayan, kokmaz bulaşmaz teorisyenlerin eline bırakmazsak, eğitim konusunda sadece ahkam kesmezsek, teoriye değil uygulamaya da ağırlık verirsek, teknolojiyi ve bilimsel verileri adam gibi kullanırsak, eğitime yeterli kaynak ayırırsak, en azından her yıl Diyanet’e ayrılan para kadar parayı ya da daha fazlasını eğitime ayırırsak, olumlu yolda hedefe doğru yöneliriz. Bunları yapmadığımız için ülke olarak uluslararası sınavlarda sonunculuklara abone değil miyiz? Külahımızı önümüze koyup kara kara düşünecek günlerdeyiz. Vah ki vah. İnsanımıza, ülkemizin geleceğine yazık ediyoruz. Ders almıyoruz. Burnumuzun doğrultusuna gidiyoruz. Yerlerde sürünmekten kurtulamıyoruz.
Bu koşulsuz, kuralsız, başıboş öğretim ortamında (eğitimin esamisi okunmuyor zaten) , eğitimi başlatmak, kendini koruyacak dikkate sahip olmayan çok sayıda çocuğun virüs taşıma riskini artıracağı için yarar yerine zarar getirecektir. Okulları üç beş gün açıp, kafasını taşa çarptıktan sonra sonra geri dönmek yerine şimdiden akıllı davranılmalı, denetimler sıklaştırılarak pandeminin önüne geçilmeye çalışılmalıdır. Öncelikle yapılacak iş, budur. Özel okulların para kazanması için gerekçe uydurmak, “Ben yaptım, oldu.” demek değil. Bakan, öncelikle herkesin bakanı. Okulları açmak için henüz erken. Bulaş sürüyor. Koşullar yeterince oluşmuş değil. Aklımızı başımıza toplayalım. Görünen köy kılavuz istemiyor. Son pişmanlık fayda etmez, bilelim. Eğitim önemli, ama önce sağlık. Sonra da sağlıklı eğitim şart.