Aşık Reyhani, ozan duyarlılığı ile sapkın, kalemi kiralık ya da satılık, düştüğü yerden bir tutam otla kalkmayı iş sanan yağcı, yalaka gazetecilerden hareketle onurlu, bilinçli, gerçekçi gazetecinin toplum için taşıdığı önemin altını çizerek onurlu görevini anımsatıyor. Biz de aşık dediğin böyle olur. Hem nalına hem mıhına vurarak çalar, söyler, diyoruz. Gerçek gazeteci de onu dediklerine kulak verir ve gereğini yapar.
Aman gazeteci gel bizim köye
bizim halları da yaz
Şehirde ojeli parmakları yazma
Bir de bizim köyde nasırlanmış elleri de
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz.
Bankada parası olan kulları yazma
Onlara aldanıp yolundan azma
Şehirden asfalt geçen yolları yazma
Bir de bizim köyden eşşek geçmeyen yolları da
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz.
Şöhretten bunalmış dilleri yazma
Kendi bahçendeki gülleri yazma
Haksız yere genç öldüren elleri yazma
Doğuda doktorsuz ölen kulları da
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz
Almanya'da çalışan elleri yazma
Libya'ya gidecek olanlara şaşma
Evi barkı yıkılanları yazma
Bir de Türkiye'de dul kalan dulları da
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz
Yaz yaz gazeteci yaz, yaz yaz efendi yaz.
Ne diyelim o zaman? Gazeteci, özgür olmazsa, doğru düşündüğünü özgürce yazmazsa, ülkenin esenliğinden, özgürlüğünden söz edilebilir mi? Buna evet demek olası mı?
Gazetecilik, kimi kötü örnekler nedeniyle, saygınlığını kaybetmez. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, İlhan Selçuk gibi örnekler varken kaybedemez. Yapsa ,yapsa, tetikçi, yansız tavır almak yerine belli bir görüşün kalemşörlüğünü, silahtarlığını yapanları aşağılar, yerin dibine sokar. Gazetecilik, hürmet mesleğidir. Saygınlığı tavanda olması gereken meslektir. Gazetecinin görevi iktidara şirin görünmek, günü kurtarmak, yönetime sevimli görünmek değildir. Papağan gibi, sahibinin sesini tekrarlamayan, doğru bildiğini yazan, eğilip bükülmeyen insanların mesleğidir, öyle de olmalıdır.
Özlemimiz şu. Gazeteciler inandıklarını, doğru bildiklerini yazsınlar, her ortamda doğru gerekçelere dayanan yazılar yazsınlar, tutuklanmasınlar, gazeteleri kapatılmasın, para babalarına satılmasınlar, reklam ajansı, propaganda üssü gibi çalışmasınlar, asıl işlerinin gereğini yapsınlar, patronları adına iş takip etmesinler. Komisyoncu gibi davranmasınlar. Gönül böylesini arzu ediyor.
Sansür dediğin, ne ki, sansür olmasın. İlle de sansür uygulanacaksa, bizzat basın (basın birliği, basın konseyi eliyle) meslek etik kuralları çerçevesince kendine uygulamalıdır. Başka kurumlar sansür adına bundan kendilerine vazife çıkartmamalıdır.
Öğrenmek, günceli takip etmek, yurdum insanının, her vatandaşın hakkıdır. Basına yasak koymak, değişik kurumlara erişim yasakları getirmek kimin haddi, kimin hakkı olabilir? Buna kimin hakkı var? Ceza, kısıtlama, yayından kısa ya da uzun süreli kaldırma, yazarları soruşturma, arkalarına adam takma, konuşmalarını, telefonlarını dinleme gibi davranışların özgür olması gereken, dördüncü güç sayılan basına, basın mensuplarına reva görülmesi hiç de uygun bir yaklaşım değildir. 21. asra yakışan bir davranış değil. Gücü ne olursa olsun, hangi mevki ya da makamda olursa olsun hiç kimsenin halkın haber alma özgürlüklerini kısıtlaması, engellemesi düşünülemez. Haber almak, özgür insanın en temel hakkıdır. Buna saygı duymak gerekir.
Toplumun, yerel, ulusal demeden gazetelere, gazetecilere ihtiyacı var. Hele bugün, her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bu ortamda, gazetecilik bu kadar önemli bir işken, işsiz gazeteci olur mu? İşini iyi yapan, doğru yapan herkese iş olmalı. Gazetecilik, eski onurlu günlerine yeniden kavuşmalı, gazeteciler görevlerini hakkını vererek yapmalı. Yakışan odur.