Devrim niteliğinde gerçek bir cumhuriyet uygulaması idi Köy Enstitüleri. Demokrasi anlayışı orada kökleşti, derinlere indi, eğitim, kültür ve sanat orada derinlere, köy kökenlerine indi. Yurt çapında dal budak saldı.
Enstitü öğrencileri, yuvaları bildikleri enstitüleri, kendi yetişme ortamlarını kendileri yaratarak, işe yarayarak, emek verip üreterek, eğitimi her alanda yaşama hazırlayan kurumlar olarak algılamışlar, hep birlikte uygulamaya koymuşlardır. Kendilerini daha donanımlı kılacak çalışmalar yapmış, emeklerine asla acımamışlardır.
Köy Enstitüleri, köye yarayışlı öğretmen yetiştirmenin yanı sıra estetik değerlere özen gösteren, iyiyi, güzeli, doğruyu bilen, öğrenen insanlar olarak pek çok sanat dalında güzel işlere imza atmışlardır. Bir kere ayrımsız tüm enstitülerde sanat derslerine önem verilmiş, her öğrencinin en az bir müzik aleti çalmasına önem verilmiş, öğrenciler, nota eşliğinde değişik çalgı aletlerini çalmaya özendirilmişlerdir. Boyutu, taşıma kolaylığı ve diğer çalgı aletlerine geçişi kolay olduğu için mandolin yeğlenmiştir.
Çevre bilinci, doğa sevgisi ve yaşayan varlıklara olan duyarlılık nedeniyle resim derslerinde daha çok açık havaya ve doğaya yönelinmiş, değişik sanatçılar ve eserleri incelenip, sınıf içinde değerlendirilme yoluna gidilmiştir. Özellikle yazı derslerine ve iş derslerine çok önem verilmiştir. Çoğu enstitü mezununun çok okunaklı, inci gibi yazısının olması aldıkları yazı eğitimin gereğidir.
Enstitü öğrencilerinin kitap okuma alışkanlığı edinmelerine, okudukları kitapları değerlendirip, arkadaşlarına tanıtmalarına da özel önem verilmiştir. Hangi kitabı ya da hangi yazarı okuyacakları konusunda hiçbir baskı uygulanmamıştır. Öğrencilerin okuyarak kendi kendilerinin seçici olmalarına dikkat edilmiştir. Bakanlık 500 e yakın Türk ve Dünya klasiğini Türkçeye çevirterek onların seçici olmalarına katkı sağlamıştır. Kitapları tanımak kadar yazarlarını ve diğer yapıtlarını da tanımaya gayret edilmiştir.
İlk eğitim şehidimiz Cavit Orhan Tütengil’in, Aksu’da öğretmenlik yaptığı dönemde kitap okuyan bir öğrencisine, okuduğu kitabın yazarını tanıyıp tanımadığını sorduğunda, olumsuz yanıt alınca, “bir süre kiracısı olduğun evin sahibini de tanıman gerekir.” Dediğini ve onu yönlendirdiğini biliyoruz.
Öğrenciler, okudukları kitapları, yazarlarını ve diğer eserlerini sınıf içi tartışma saatlerinde özetleyerek değerlendirmiş, onlardan esinlenmiş, şiirler, öyküler, başka yazılar yazmayı denemişler, okumanın yanı sıra yazma alışkanlıkları da edinmişlerdir. Edindikleri bilgilerle, tanıştıkları yeni anlatım biçimleri ile hafta sonları Cumartesi geceleri düzenlenen herkesin katılmasının zorunlu olduğu şenliklerde yazdıkları skeçleri, dramatize etmiş, doğaçlamalar yapmışlardır. Kendi bölgelerinin kültürel değerlerini, görsel ve işitsel kılmış, somutlamışlardır. Ünlü enstitülü yazar Mehmet Başaran’ın Türkçe dersinde Aksulu öğrencilerin kendi inisiyatifleri ile Şinasi’nin ilk tiyatro eseri olan “Bir Şairi Evlenmesi”ni dramatize ederek müfettiş gözleminde örnek bir ders işlediklerini yazılı belgelerden biliyoruz.
Öğrenciler, köy motiflerini işliklerine, dokuma atölyelerine taşımışlar, diğer eğitim kurumlarından farklılıklarını ortaya koymuşlardır.
Enstitülerde sanatın her türlüsü, zaman ve zemin bulmuş, hakkı verilerek denenmiş, örneklendirilmiştir. Başlangıçta, kuruluş aşamasında kimi enstitülerde branş (dal) öğretmeni bulmakta sıkıntı çekilse de özverili öğretmenler eliyle çalışmalar sürdürülmüştür. O kadar ki sırf ilk enstitü öğrencileri mandolin çalmayı öğrensinler diye Antalya merkezden mandolin çalmasını bilen bir ilkokul öğretmeni bisikleti ile haftada iki gün 20 kilometreye yakın yol kat ederek enstitüye gitmiş, 6 mandolinin her birini iki kişiye zimmetleyerek mandolin metodunda bulunan parçaları öğretmiştir. Aksu’nun yüz akı öğrencilerinden Pakize Türkoğlu bu ilk 12 öğrenciden biridir.
Enstrüman çalmanın yanı sıra öğrencilere ses eğitimi verilmiş, koro çalışmaları yaptırılmış, bulundukları yörelerin halk oyunları öğretilmiştir. Değişik yörelerde bulunan enstitülerin öğrencileri geziler düzenleyerek, yardımlaşarak birbirlerine kendi yörelerinin halk oyunlarını ve türkülerini öğretmişlerdir.
Enstitülü öğretmenler sayesinde değişik oyunlar (temsiller) köylere taşınmış, gerek öğrenciler, gerekse köy gençleri bu oyunlarda görev alarak, tiyatro ile tanışmışlardır. Bu etkinliklerle halk kültürü gündeme getiriliyor, köy yaşantısına yönelik seyirlik oyunlar ortaya çıkıyordu.
Enstitü öğrencileri Cumartesi eğlencelerinde yetenekleri doğrultusunda çalıp söylüyorlardı. Taklitler yapılıyor, şiirler okunuyor, şarkılar, türküler dillendiriliyor, konularını daha çok köyden alan oyunlar oynanıyordu.
Yapılan taklitler, kırıcı olmadığı sürece anlayışla karşılanıyordu. Enstitüler, demokrasi eğitimi verilen, öğrencilerin kendilerini özgürlük içinde duyumsadıkları, özgüven kazandıkları kurumlardı. Oralarda farklı görüşler dinlenir, hor görülmez, saygı duyulurdu. Enstitüler, demokrasi okullarıydı. Yapıcı eleştiri okullarıydı.
Köy enstitülerinde 460 saat müzik dersine karşılık (Türkçe ve Matematik dersinden sonra üçüncü sırada Müzik vardı. YAS) Resim-iş, ve yazı derslerine ayrılan süre beş yıllık öğretim sürecinde toplam 230 saati buluyordu.
Resim derslerinde konulu resimlerin yanı sıra, serbest resimler de yaptırılıyor, değişik etkinlikleriyle köy yaşamı dile getiriliyordu. Derslerde kurşun kalem, renkli kalem, mürekkep, boya, fırça, resim kağıdı gibi malzemeler kullanılarak, genel beğeni kazanan çalışmalar, estetik değer taşıyan resimler, başarılı işler, sınıf ve okul gazetelerinde genel beğeniye sunuluyordu.
Kendisi de aslen bir Resim-iş ve Beden Eğitimi öğretmeni olan Tonguç’un önerileri doğrultusunda sanatsal çalışmalar, bilimsel çalışmalarla at başı gidiyordu. Sanata yönelik derslerden asla ödün verilmiyor, saat çalınmıyordu. Üretilen işler takdir ediliyor, yaratıcılık özendiriliyor, dal öğretmenleri ilk günden başlayarak yetenek avcısı olarak her çocuğu ayrı ayrı değerlendiriyor, yeteneği doğrultusunda yönlendiriyordu.
Enstitülerde başat ders doğal olarak Türkçe idi. Dil birliği ulusu ulus yapan unsurlardan biri, birincisi idi. Çok okuyan, okumayı alışkanlık haline getiren öğrenciler, her nereye gidiyorlarsa, azık çıkınlarının içinde yiyeceklerinin yanında mutlaka okunacak bir kitap taşıyorlardı. Ne okuyacaklarına kendileri karar veriyorlardı. Karın doyuran ekmekle, beyin doyuran kitap aynı yerde bulunuyor, birbirini tamamlıyordu. Aksu mezunu büyük eğitimci Cavit Oral Binbaşıoğlu öğretmenim, Enstitülerin kitaplıklarının okunmaktan aşınan eski çarık görüntülü kitaplarla dolu olduğunu, İnönü’nün Aksu’ya geldiğinde bir kız öğrenciye ne okuduğunu sorduğunu, çocuk kitabı gösterdiğinde üzerine bir şeyler yazıp kız öğrenciye verdiğini, imzalı olan o kitabı bulmamızı söylemişti. Kitaplıkta çok aradık, ama bulamadık. Kitaplığı sel bastığında hamurlaşan kitaplardan biri olabileceği söylendi bize. İnönü imzalı kitap bulunabilseydi herhalde müzenin en değerli eserlerinden biri olarak baş köşeye konurdu.
Enstitü öğrencileri, klasik kitaplarla sürekli besleniyor, öykü, masal, roman, şiir, tiyatro eseri, eski yeni demeden ne buluyorsa okuyor, bilgi dağarcıklarını zenginleştiriyorlardı. Tonguç, her fırsatta okullara yazdığı mektuplarla, okumanın özendirilmesini istiyor, enstitüdeki herkesin kesintisiz okumasını istiyordu.
Unutmayalım ki, enstitülerde okuma oranı bugünün gelişmiş Japonyası ile aynı idi. Adam başı ayda iki kitaptan, yılda 24-25 kitaba denk geliyordu. (Bugün ülkemizde bu oran on binde bir düzeyindedir ve ne yazık ki sekiz kişiye yılda bir kitap düşmektedir. (Ağlanacak bir durum söz konusu. Eğitime gereksinimi olan bir toplum için yüz karası bir durumdur bu. Hele 21. Yüzyılın ilk çeyreğine gelmiş, cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanırken kabul edilebilir bir durum hiç değildir. Yaşam boyu 4 binin üzerinde kitap okuyan, Atatürk Türkiyesi’ne de yakışmıyor bu. YAS)
Enstitülerde öğrenci ürünlerinden oluşan dergiler çıkartılıyor, döneme göre rekor baskı yapıyordu (15 bin) ve her enstitü öğrencisine parasız olarak ulaştırılıyordu. Öğrenciler ne bulursa okuyor, okumak için her fırsatı değerlendiriyordu.
Enstitülerde halk kültürünün (ekininin), halk oyunlarının ayrı bir önemi vardı. Öğrenciler, sabahları sıra ile bazen beden eğitimi hareketleri yaparak güne hazırlanıyor, bazen de toplu olarak meydanda halk oyunları oynuyorlardı. Zeybeklerle diz vuruluyor, Teke zortlatmaları ve kaşık oyunları oynanıyor, tulum eşliğinde horon tepiliyor, topluca halay çekiliyor, Erzurum barı oynanıyor, kızlı erkekli Kafkas oyunlarına eşlik ediliyordu. Ekipler değişik enstitüleri ziyaret ederek bildikleri oyunları onlara öğretiyor onlardan da o yörenin oyunlarını öğreniyorlardı. 19 Mayıs törenleri oyunlar eşliğinde daha bir görkem kazanıyor, çok disiplinli enstitü gösterileri seyirciler tarafından coşku ile karşılanıyordu.
Halk oyunları, kış yaz demeden, soğuk sıcak demeden her iş günü tüm enstitülülerin katılımıyla topluca oynanıyor, müzikle uğraşan öğrenciler enstrümanlarıyla oyunlara eşlik ediyordu. Aksu’da bir Mehmet İnal vardı. Her tür müzik aletini kusursuz çalardı. Mehmet öğretmen, sabahları çıkar alandaki masanın üstüne hem çalar hem de oynanacak oyunların figürlerini müzik eşliğinde meydandaki öğrencilere öğretirdi. Büyükler, ablalık ağabeylik eder, küçük sınıflara oynamasını, mandolin çalmasını öğretir, bunu sabırla yaparak gelecekteki öğretmen yaşamlarına hazırlık yaparlardı.
O kadar ki, kimi enstitüler, kendi yörelerinde kendilerine özgü zeybekler yaratmışlardı. Bunlardan biri Gönen Zeybeği idi. Gönen’in ilk mezunu olan babam çok güzel zeybek oynar, nerede zeybek oynanacaksa ekip başı olarak ortaya çıkar, alkışlanırdı. Aksulu öğrencilerin ekipler halinde kimi düğünlerde çalgıları ve yöre oyunları ile düğün evini ve orada bulunanları şenlendirdiklerini, yazılanlardan, anlatılanlardan biliyoruz.
Horon ve Ziraat Marşı, olmazsa olmazıydı enstitülerin. Enstitülüler, horon oynarlarken, horona çağıracakları kişilere ismen seslenir, “Sis dağının başında borana bak borana, Enstitüler babası Tonguç’u da çağırıyoruz horona” diyerek davet ederlerdi.
Ziraat Marşı, enstitü grup halinde her nereye gidiyorsa, imece halinde her ne iş yapılıyorsa, ortaklaşa söylenen, ekibi birlikte çalışmaya güdüleyen güzel ve anlamlı bir marştı.
“Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine, milletin her kazancı, milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine, toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz, biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak, en yeni aletlerle, en içten çalışarak, Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak, kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz, biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği, yıkıyor engelleri ulus egemenliği. Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği, bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz, biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Güftesi ulusalcı ozan Behçet Kemal çağlar tarafından yazılan ve besteci Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenen marş, köy enstitüleri ile özdeşleşmiştir. Enstitü mezunu olup ta bu marşı bilmeyen, mandolinle çalamayan nerdeyse yok gibiydi. İstiklal Marşını notalarıyla çalmadan enstitüden mezun olmak, öğretmen olmak mümkün değildi.
Enstitülerin yerleşke alanlarında bulunan yapılar, rastgele kondurulmuş yapılar değildi. Projeli, tasarımlı yapılardı. Planlar, yapı öğretmenleri ve usta öğreticiler eşliğinde öğrenciler tarafından yaparak yaşayarak uygulanıyordu. Öğrenciler iş içinde öğreniyor, yapılar işlevsel kılınıyordu.
Üretilen her işte estetik görünüm önemseniyor, tohumlar ekiliyor, fidanlar dikiliyor, ağaçlar sulanıyor, bahçeler düzenleniyor, çiçek tarhları bir düzen içerisinde hazırlanıyordu. Enstitüler yavaş yavaş öğrenci eliyle birer dünya cennetine dönüştürülüyordu. Çevre düzenlemesi yapılarak, yakın köye örnek olunuyordu. Çalışmalarda köye ve köylüye yardımcı olunuyordu.
Yurt içi gezilerde ya da yakın çevre gezilerinde bölgenin coğrafi güzellikleri görülüyor, bölge daha iyi tanınıyor, tarihi eserleri araştırılıyor, taşıdıkları değer öğrenilerek sahipleniliyordu. Ören yerlerinde bulunan çiniler, mozaikler, kabartmalar, yontular, sütunlar, ayrıntılı olarak inceleniyordu.
Bütün bu çalışmalar, öğrencilerin estetik değer yargılarına sahip olmalarına yönelikti. Öğrenciler, çok sayıda güzel örnek görerek, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırmayı öğreniyorlardı. Öğrenciler işliklerde ahşap oymalar yaparak, büstler, yontular oyarak kendilerini geliştiriyorlardı. Öğretmenleri de kendilerine rehberlik ediyorlardı. Öğretmenlerinin hepsi seçme ve mesleğe adanmış, çalışmayı ilke edinen öğretmenlerdi.
Tonguç, ülkenin ressamlarını değişik enstitülere göndererek ülkeyi tanımalarını, yaptıkları eserlerle enstitülerde sanatsal çalışmalar yapmalarını önermişti. Pek çok sanatçının değişik enstitüleri gezerek eserler verdiklerini biliyoruz. Bunlardan biri de Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun eşi Eren Eyuboğlu idi. Bugün Aksu’da müdür odasında bulunan yağlıboya tablo, onun Aksu’da yaptığı ve okula armağan ettiği eserlerden biridir. Konferans salonunda sergilenen portre ve tabloların da resim öğretmeni Savaştepe mezunu Yamen Karaaslan tarafından yapılan resimler olduğunu biliyoruz.
Enstitüler, iş içinde üretim odaklı çalışmalar yaparlarken, sanatın hemen her dalında da güzel yapıtlar ortaya koymuşlardı. Erişilmezlikleri, öncülükleri, örneklikleri ondandır. Yurtseverlikleri ile örnek alınmaya, çağdaş olanaklarla deneyimlenmeye değer kurumlardır.