Türk toplumu, toplumun yüz akı olan Atatürk’ün anlayışı ile “sınıfsız ayrıcalıksız bir toplum” olarak tanımlansa da, cumhuriyetin yüz yılı bulan sürecinde ne yazık ki gerçek anlamda sınıfsız ve ayrıcalıksız bir toplum olmayı başaramamıştır. Bu toplumun tabanı, geniş halk katmanları adına çok üzüntü verici bir durumdur. Bugün “ Kimin eli, kimin cebinde”, belli değildir.
İdeali, toplumun her türlü olanaklarından insanımızın eşit yararlanması iken, ekonomik düzenin insanımızı tatmin etmekten uzak olması, ülkenin olanaklarının kimileri için “cennet”, kimileri için “cehennem” olması, işin gerçeği, görünen yüzüdür. Zenginle yoksul arasındaki fark, sürekli artmakta, uçuruma dönüşmektedir. Zengin kervanını dağdan kolaylıkla aşırmakta, yoksul düz yolda şaşırmaktadır. Okumak, bugün sadece varlıklı ailelerin çocukları için bir hak haline gelmiştir. Diğerleri için "ne halleri varsa görsünler" durumu sözkonusudur.
17 Nisan 1940, Köy Enstitülerinin kuruluşu, sınıfsız ayrıcalıksız, eşit haklarla donatılmış, eşit eğitim olanaklarından yararlanan, sömürüye izin vermeyen, hakça paylaşılan, kalkınmayı köyden başlatan, ve bu işi en kısa zamanda çözümlemeyi tasarlayıp uygulamaya koyan toplumsal projenin adıydı. “Kısa zamanda büyük işler başarma” ya giden yoldu. “Köylü okutursak, bizleri meclise seçip göndermezler” diyen egemenlerin korkulu rüyasıydı. “17 Nisanlar, “Keşke” diyen Atatürk’ün ve Türk toplumuna inananların kurtuluş umudu, enstitü bayramıydı.
Bir de bugüne bakalım. Ülkemizde eğitimi bu hale getirenler, 27 Ocakta Enstitüleri kapatan zihniyetin, devamıdırlar.
Bugün ülkenin yöneticileri, hatta sözde aydınları, eğitimden değil, eğitimsizlikten medet ummakta, bu pek de akılcı olmayan düşünceyi sanki “matah”mış gibi ileri sürmeye, haklı göstermeye, inatla uygulamaya çalışmaktadırlar.
Bize zoraki dayatılan bu projelerin gizli ya da açık amaçları ne o zaman? Kısaca, laik cumhuriyeti yol etmek, gericiliği hortlatmak, Milleti ümmet, özgür insanımızı uşak kılmak, uydu kılmak, mandalaştırmak ve mankurtlaştırmak, toplumsal değerleri yozlaştırmak, üretimi, eğitimi, sanayiyi, ticareti bitirmek ve kendi kendini yönetemez konuma düşürerek, dışardan emir alır hale getirmektir. Başkası varsasiz söyleyin.
Köy Enstitüleri döneminin çalışan kafalarından, eğitim emekçisi yöneticilerinden biri olan Hürrem Arman hocamızın “Piramidin Tabanı” adını taşıyan kitabında “taban” diye nitelediği geniş kesim, bugün artık sayıları giderek artan ve yoksullaşan ve sayıları milyonları bulan bir işsizler ve aşsızlar topluluğunu, eğitimsizler ordusunu kapsamaktadır.
Piramidin en altında kalan, en çoğu oluşturan, ağırlığı sırtında taşıyan, asıl yükü çeken, emek veren ve hakkını yeterince alamayan insanlardır yoksul tabanı oluşturanlar. üsütü kapalı "eğitimsiz kalsınlar"denilenler de onlardır.
Zenginin , “altta kalanın canı çıksın”dediği, kendine yönelik olarak da, “gemisini kurtaran kaptan” yaklaşımını gösterdiği, insan topluluğudur “yoksullar”. Sayıları milyonlarla ifade edilen geniş halk katmanları. Yazgımız bu mu olmalı? Ülkemizin olanakları bu kadar mı kısıtlı?
Bu yoksul ortamın karşılığı olarak, güzelim ülke, eğitim-öğretim açısından istenen yerde midir? Geçen yüz yıllık dönemde okuma-yazmayı tüm bireylere öğretebilmiş miyiz, okullaşma oranı nedir, kimler okuma olanaklarından yararlanabiliyor, ne ölçüde yararlanabiliyor? Tartışılması, çözümlenmesi gereken konular bunlar. Ülkede hala % 16 civarında okumaz-yazmaz bulunması çok düşündürücü olmanın ötesinde aslında utanılması gereken bir durum.
Peki, her alanda düşünce ya da ürün üretmeyen toplumun yoksulluktan kurtulması mümkün mü ? Tabii ki değil. Borçla harçla, taşıma suyla değirmen döner mi? Ülkenin her alanda seferberliğe ihtiyacı var. Bunun adı “üretim ve her alanda kendi kendine yetme seferberliği” olacaktır. Toplumun tüm kesimleri ile çalışma seferberliğidir bu. (Japonya gibi , Güney Kore gibi) Ama önce eğitim seferberliği gerek.
İşte bu amaçla topyekün kalkınma, gelişme, çağdaşlama adına atılan ilk adımdı, 17 Nisan, köy enstitülerinin doğru bir yasa marifeti ile gündeme geldiği, bir atılımın, eğitim hamlesinin başlatıldığı gün.
Ne var ki, su uyur yılan uyumazdı. Atatürk yaşarken, yeraltına çöreklenen, uyur görünen, sinen, pısan, toprak altına kuytu,karanlık yerlere giren yılanlar (gerici softa takımları, cemaat ve tarikat üyeleri, dinden nemalananlar), fırsat buldukları her an içimizi oymaya, bizi bizden etmeye, kemirmeye, zehirlemeye başladılar. Menemen’de denediler, olmadı.
27 Ocak 1954 te istediklerini elde ettiler, köyü köylüyü kendi içinden canlandırma projesi olan köyün gereksinimlerini tümden çözecek olan, köyde aklı, bilimi, deneyi, cumhuriyet değerlerini bilen koruyan insanları yetiştiren Köy Enstitülerini çeşitli yalan yanlış karalama kampanyaları ile topun ağzına koyup, fitili ateşlediler ve kapattılar.
Köy Enstitüleri, kapatıldığında sessiz kaldık. İnsanımız okusun, köyde belde cahil kalmasın diyenleri küstürdük, üreteceğimize, bizi dışardan yönetmeye kalkanlara inandık, ithal ettik, pahalıya satın aldık. Elimizdekini avcumuzdakini sattık, savdık. Tarlasız, takkasız, fabrikasız ve okulsuz, öğretmensiz kaldık, sürekli borç ve emir aldık. Oyuna geldik. Kente göç ettik. Bu kez sorunlarımızla varoşları, kentin çeperlerini doldurduk. Kentleri köyleştirdik.
Uyanmadık, uyandıramadık, yoksulluğu kader (yazgı) sandık. Önümüze ne konduysa onunla yetindik. Bugün başımıza gelen, derinden duyumsadığımız, yoksunluk, yoksulluk hep, eğitimsizlik, okulsuzluk, öğretmensizlik, bilinçsizlik, yazgıcılık, vurdumduymazlık, aymazlık, umursamazlık sonucudur. Bugünkü ağlanacak halimiz bunlardan kaynaklıdır. Hakkımızı istemesini bilmememizden, demokrasiyi içimize sindiremememizden, verilenle yetinmemizden kaynaklanmaktadır.
Eğitim alanında o gün bugündür oluşan sorunları saymaya kalksak, bir çırpıda aklımıza gelenleri şöyle sıralayabiliriz:
Okul eksik, öğretmen eksik ama, sayıları 900 bini bulan atama bekleyen öğretmenler açıkta geziyor, atanamıyor.
Öğretmen okulları kapatılmış, aşı gibi adanmış öğretmen yetişmiyor artık.
Tek bir fizik sorusu çözemeyen fizik öğretmeni olur mu? Bu ülkede fizikten sıfır çeken fizik öğretmenleri var.
Öğrettiği yabancı dili konuşamayan, meramını bile anlatamayan dil öğretmeni olur mu? Böyle çok yabancı dil öğretmeni var. Yeterli bilgisi de, konuşma pratiği de yok. Türkçe konuşarak İngilizce öğretmeye kalkıyorlar.
Öğrencilere resim, müzik gibi toplumsal, sanatsal ve kültürel dersleri, yetenek derslerini çok gören kafaların yönettiği bir eğitim bakanlığı olur mu? Bu dersler bizim ülkede okutulmuyor. Vah ki vah bize!
Bir ülkede gelecek kaygısı içinde yaşayan 7 milyonu geçkin işsizler ordusu olur mu? İstihdam yaratmazsanız olur. Tanrı beterinden saklasın diyoruz da, atını sağlam kazığa bağlamayanlara, önlem almayanlara ne demeli?
Habire gerekli gereksiz mezun veren, aldığı öğrenciyi öğretim görevlileri yetersiz olduğu için iyi yetiştirmeyen, ihtiyaç analizi yapılmadan her alanda mezun veren, mezununu bir biçimde işsizliğe mahkum eden üniversite olur mu? Nerdeyse bizim üniversitelerin hepsi öyle.
Öyleyse silkelenmek, kendine gelmek zamanı beyler. Samimi çağrı hepimize. Hemşerim Cahit Berkay’ın dediği gibi “Bir şeyler yapmalı.” İş işten geçmeden, son tren kaçmadan, ülke uçurumdan aşağı yuvarlanmadan. Bir şeyler yapmalı. Yurt dışından birileri çıkmış, “Türkiye nerdeyse bitti” diyor. Bitmediğini, bitmeyeceğini, “İlelebet payidar” kalacağını göstermek zorundayız.
Bu uygunsuz kokuşmuş ortam kısa zamanda temizleneceğe, bu bataklık hemen kurutulacağa da benzemiyor. Bugün buradan, bu pencereden öyle görünüyor. Eğitim, farkındalık ve bilinçlendirme ve yurt sevgisi aşılama şart. Kısacası üzerine basa basa, “Eğitim şart”, diyoruz, bir kez daha. Kastımız çağdaş, akılcı, bilimsel, sorgulayıcı, laik ve toplumcu eğitim tabii ki! Safsata eğitimi değil
Toplumun geleceğini, çekirdeğini oluşturan insanları eğitme, adam gibi yetiştirme ve yaşama hazırlama konusunda toplumun diğer kesimleri de tüm güçleriyle katkı vermek zorundadırlar. Bir kere daha altını çizerek söylersek, ölçüt, çağdaş, bilimsel, laik, deneye dayalı, sorgulayıcı, aklı rehber edinen çalışmalar olmalı, uygulamaya onlar konulmalıdır.
Gerek merkezi yönetim, gerekse yerel yönetimler, halkın eğitim ihtiyacını, topladığı vergilerle, halkın destek ve katkısını da sağlayarak daha nitelikli ve üretken kılmakla yükümlüdür. Eldeki parayı çarçur etmeye, ölü yatırımlar, göstermelik yatırımlar yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Hele eğitim alanında ihanete göz yumulamaz. Daha fazlasına da tahammül edilemez.
Öncelikli hedef, okuma yazma bilmeyen tek bir vatandaş bırakılmamalıdır. Ana okulsuz, okul öncesi eğitim almayan hiçbir çocuk bırakılmamalıdır. Kastımız sübyan mektepleri, bademlikler değil, gerçek ana okulları. Gerçek okullar ve sahici öğretmenler.
Kitap okuma sadece okullarda değil, yurt çapında alışkanlık haline getirilmeli, ortak okuma ve kitap değerlendirme toplantıları düzenlenmelidir. Seyyar kitaplıklar, nöbetçi kitaplıklar oluşturularak, ülke sınırları içinde herkesin okuması, okuyan insan sayısının artırılması düşünülmelidir. Çevre kitaplıkları, bir proje ile evlere kitap ödünç vermeyi yaygın hale getirmelidirler. Kütüphaneler birer cazibe merkezi haline getirilmeli, okuma kesinkes özendirilmelidir.
Her fırsatta kadınlara, çocuklara, özellikle kız çocuklarına ve gençlere eğitim alanında öncelik verilmelidir. Kadının, ailenin temeli olduğu, iyi eğitilen kadının, iyi eğitilmiş toplumun gizli mimarı olduğunu bilerek davranılmalıdır. Kadın, asla ikinci sınıf vatandaş sayılmamalı, Şairin dediği gibi “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra” gelmemelidir.
Kadınlara, ücretsiz meslek edindirme kursları açılmalıdır. Teşvik edilmelidir. Ekonomik bağımsızlıkları sağlanmalıdır.
“Ana”, evdeki ilk öğretmendir. Ona çocuk bakımı, yemek yapma, el ve ev işleri kursları açılmalı, kadınlar her alanda desteklenmeli, toplumun gerçekten anası yapılmalıdır. Analar öncelikli olarak eğitilmeli, toplumun arkasına değil, önüne konulmalıdır.
Eğitim yetkilileri, ülke ya da kent çapında düzenledikleri her etkinlikte eğitim ve insan odaklı davranmak zorundadırlar. Niteliği ve niceliği elinden geldiğince artırmak ve hizmet üretmek onların ana görevleri olmalıdır.
Halka hizmeti önceleyen, eğitime, eğitimciye önem veren yetkililerin işlerinde başarısız olması diye bir şey söz konusu değildir. Yeter ki, çalışmayı ve özveriyi ön planda tutsunlar. Bunu yapanlara saygımız sonsuz, yapmayanları da her fırsata uyarmaya devam edeceğiz.
Yurtseverliğin gereğini yerine getireceğiz. Eğitime önem veren yeni kuşaklar olarak görev ve sorumluluğumuzun farkındayız. Bu böyle biline. Bizim 17 Nisanlara ihtiyacımız var. Haince kurgulara ve eğitimi bağımlı hale getiren 27 Ocaklara değil.
Görevlerini kötüye kullananlara da “en hafif deyimiyle “Hepsini eşekler tepsin, cehenneme kadar yolları var” diyeceğiz. Demeye devam edeceğiz. Buna da yerden göğe hakkımız var sanırım. Başka Türkiye yok, biliyoruz.