MELTEM ESİNTİSİ

6 Mayıs yazısı

Mayısın altısı bugün. Onu sıradışı kılan iki olayı var bu sıradan günün.


Biri, geleneksel adıyla “Hıdırellez”.  Baharın müjdejisi. Çiçeklerin açtığı, insanın içinin kıpır kıpır ettiği gün.

 

Bir bayram,”Hıdırellez”. Kökeni, tanrının sevgili elçisi Hızır peygambere kadar dayanan. Bahar Bayramı.

 

Biliriz, zora düşenlerin yardımcısıdır Hızır, “Hızır gibi yetişti” deyimi oradan kaynaklıdır. Nereye eli değse Hızır’ın, bet bereket yağar oraya, insanın şansı döner. Yön güzele, olumluya doğru döner.      

 

Karaların, kıtaların, toprakların, denizlerin kutsalları olarak bilinirler, Hızır’la İlyas. Buluştukları gün olan “Hıdırellez” ile anılırlar.   

 

Bu içten buluşma, binlerce yıldan bugüne baharı müjdeler, umuda çağrı olur. Zorluklar karşısında pes etmemeyi, teslim olmamayı, boyun eğmemeyi telkin eder insana.  

 

Hızır-İlyas buluşması (Hıdırellez) , yaşamdır, canlılıktır, diriliktir, su yürümesidir, yaprağa, çiçeğe, ardından meyvaya durmadır.

 

Yarınlarda herşeyin güzel olacağına beslenen, umuttur. Umudu tazelemedir. Özlemdir, iyi dilektir. Güzel günler beklentisidir. Gelenektir, görenektir. Yakılan ateştir.

Simgesi, iç ısıtan insan sıcaklığıdır. Paylaşılan sevgidir. Kucaklayan, insanı insan olduğu için seven, ötelemeyen, doğayı ana bilen gündür. Umudu yeşerten gündür.

 

*

İkinci olay ise, sürekli kanayan yaradır yüreğimizde. Haksızlığa kurban giden, gece karanlığında ipe çekilen üç kurban, üç yurtsever insandır.

 

“Adları cumhuriyet tarihine kazınan,  

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan.

Üç genç, gencecik, insan gibi insan.  
“Bağımsız Türkiye” diyerek bağıran,  

insanları ayırmadan kardeşliği savunan,  

yurdun işgaline, sömürüye karşı koyan,

üç yiğit bu, adları devrimle anılan”

 

Deniz gezmiş, önder bir kişilikti.

İdam öncesinde babasına yazdığı son mektupta şunları söylüyordu:

“Baba, mektup elinize geçtiğinde, ben aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem , yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle (dayanıklılıkla) karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok fazla yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden evvel giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüpheniz (kuşkunuz) olmasın.

 

Oğlun, ölüm karşısında aciz (güçsüz) ve çaresiz (umarsız) kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halkının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı (yönergeyi) verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969 yılında ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.”

 

“Sana ben her zaman için müteşekkirim (teşekkür borcuyum). Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni... Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba, biz Türkiye’nin ikinci Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da... Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi... Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları... Düşün baba; Bugün hükümet işini, gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda. Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdadırlar. Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız. Size sesleniyorum ki, bu Türkiye’de ben ve benim gibilerin olacağına ve bizim izimizde tam bağımsız Türkiye için çalışacaklarına var gönlümle inanıyorum. Oğlun Deniz Gezmiş.”

 

Ülkenin değişmesini, çağdaş, laik, bağımsız olmasını, yurdun dört bir yanının akılcı, bilimden yana eğitimli bireyleri olsun istediler. Onlar, yurdum için, tam bağımsızlığı için, yurdum insanının gönenci için çok şey mi istediler?

 

Bugün açsak, mağdursak, gerçek eğitime her zamankinden daha çok muhtaçsak, çağdaş uygarlıktan nasibimizi yeterince alamamışsak, önde gideceğimize arkadan gidiyorsak, sürekli geri kalıyorsak, hala binbir umut, gül ağaçlarından medet umuyor, dilek ve isteklerimizi çalışmak, toplumca üretmek ve gelişmek yerine onlardan bekliyorsak, umutlarımızı Deniz gibilere bağlayacağımıza, kağıda yazıp denizlere döküyorsak, bu neyin nesidir?Anlamak gerçekten zor.  

 

Tam bağımsız bir ülkenin çözüm olduğunu görmüyorsak, hala aymazca, yazgı kabul edip, “gemisini yüzdürene kaptan” diyorsak, “Bal tutan parmağını yalar” (!) sözde atasözü kafamızı bulandırıyorsa, sadaka ile yetiniyor, hırsızlığa, arsızlığa, yalana,dolana, insana saygısızlığa, aşağılamaya, küçümsemeye, ötekileştirmeye sesimiz soluğumuz çıkmıyorsa, kısacası şairin dediği gibi

“Koyun gibiysek, celep kaldırınca sopasını, sürüye katılıveriyorsak, salhaneye koşup, bıçağın altına boynumuzu tepkisiz uzatıyorsak,

açsak, yorgunsak, alkanlar içindeysek, üzüm gibi eziliyorsak,  kabahat kimin?” diye sorgulamamız gerekmiyor mu?

 

Bu üç genç insan, gençliklerinin baharında neden öldüler, neden korkusuzca ipe gittiler? Kabahat senin, benim, hepimizin, ama o üç fidanın bu işte hiç kabahati yok. Onlar, bizi dürtmek, uyandırmak için ellerinden geleni yaptılar. Onun için gözümüzde büyüdüler. Büyüler, birer damla iken engin denizlere, ırmaklara, okyanuslara dönüştüler. 69 kuşağıydılar. Aslanlar gibi dövüştüler. Tam bağımsızlık için önce uğraş, sonra can verdiler.  

*

ATEŞ TOPLARI

 

üç gencecik fidandılar,

haksız yere suçlandılar,

bağırdılar bağımsızlık diye,

ay büyürken çekildiler ipe,

üç aslan delikanlısı yurdun.

hep büyüdüler gönlümüzde,

devasa birer çınara dönüştüler.

 

Şarkı oldular, beynimize kazındılar.

Orman oldular, nefes oldular, soluk oldular

Su ve ekmek olup aklımızı doyurdular.

 

üç fidan, artık üç çınar,

kökleri toprağın derininde yol alan,

üç devasa orman, dal budak salmış,

yurdu bir uçtan bir uca bereketli kılan.

 

Uçcuz bucaksız bağımsızlıktı Gezmiş Deniz,

Peygamber sabrıydı Aslan’lar gibi Yusuf,

Dolu acı, elem ve hüzündü İnan Hüseyin.

 

Eller bir dolu emekti onların gözünde

avuçlar akan terdi, kutsal sayılan üründü,

birer sıcak kucaktı, yurtseverlere  açılan

birer gözdü, salt gerçeği, doğruyu gören,

yürütülen akıldı, seven  mangal gibi yürek,

saksı değildi taşıdıkları, çalışan beyindi.

Geleceğe inanç, ekilen tohum ve umuttu.

 

“Onlar ki, toprakta karınca, suda balık,

havada kuş kadar” çoktular,

salt üç kişi değildiler.

Korkusuzca yürüdüler darağacına,

Birer birer öldüler, biner biner dirildiler,

Işık üstüne ışık yaktılar, umut oldular,

Birer ateş topuna dönüp,

Yıldırım gibi yurt üzre çaktılar.  

Hüseyin’e, Yusuf’a, yeni Denizler’e dönüştüler.  

Azalmadılar, arttılar, ormanlaştılar.

Umut, Kaf Dağı'nın ardında değil,

umudu besleyen yağmur bulutlarına döndüler.

 

*

Onları dara çekme işini bir hınç, bir intikam duygusu içinde karşılayanların ipi üç gencin boğazına geçirdiklerinde duyacakları hayvanca sevinci,   görmek kursaklarında kaldı. “gözlerinde korkuyu görmek için boşuna baktılar” göremediler. Korkudan eser yoktu gözlerinde.
*

Nerdeyse yarım asır geçti aradan, unutulmadılar.

Ahmet Kaya  kaleminde şiir,  dilinde şarkı oldular, dile geldiler:

 

“Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı, sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı”

 

Can Yücel,şiirinde yüzmetre koşturdu onalar, ipi önde göğüslediler. 

“Aşk olsun aşk olsun çocuk sana aşk olsun
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Elbette Türkiye’de en uzun koşuysa devrim
Onun en güzel yüz metresini yüz metresini koştu.” Diyerek andı onu ve arkadaşlarını.

*

“Defol 6. Filo, kahrolsun sömürü düzeni, tam bağımsızTürkiye”  diyerek koştular.  Bayrak yarışı bu, kazanana kadar sürecek. Yusuf sabrı, çekilen Hüseyin acısı sürecek, Denizler tükenmeyecek, çoğalacaklar. Vatan söz konusu olunca, herşey ayrıntı olacak. Bağımsızlık yolunda herkes tek yumruk olup, üç gençle bütünleşecek. Umut, gerçek olacak.    

*

İki olay arasında ne ilişki var, niye böyle bir kurgu yaptınız derseniz, 6 Mayıs gününün, olmasını istediklerimizi listeleyip gül ağacına astığımız Hıdırellez günü ile katıksız yurtsever üç gencimizi de darağacına sallandırdığımız günün aynı gün olmasıdır.

 

Bir yanımız baharı uyandırırken içinde, bir yanımız kan ağlamaktadır üç gencecik fidana, ve “üç bizden, üç onlardan” diyen gerici anlayışa lanet okumaktadır. İnsanlar, ölmesin, akıllansın, ders alsın, insanolduğunu unutmasın diyedir.  

Yayın Tarihi
06.05.2020
Bu makale 1370 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!