Dünyanın en değerli coğrafyasında konuşlanan Türkiye, tarih boyunca çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış, bölge insanları ve ürettikleri kültürler, öncül ve ardıllar arasında yoğun etkileşime girmiş, karışmış, birleşmiş, yeni sentezler oluşturulmuştur.
Seksen milyonu geçkin nüfusumuzun demografik yapısı incelendiğinde, bu zenginlik açıkça görülmektedir. Bu kültürel zenginlik, dünyanın birkaç ülkesi dışında başka hiçbir ülkede yoktur. Bunu sürekli kaşımaya, ayrıştırmaya değil, birlikte düşünmeye ve bir sinerjiye dönüştürmeye ihtiyacımız var bugün. Her zamankinden daha çok. Hepimiz birey olarak önemli bir görevle yüzyüzeyiz.
Ülkemizin dört bir yanında yaşayan, kıvançta, tasada, sevinçte bir olması beklenen, bir elin nesi var, iki elin sesi var ilkesi ile hareket eden seksen milyon insandan söz ediyorum. Hep dile getirilmiştir. Ülkemizde 77.5 millet var. Bu da ülkenin kültürel zenginliği diye. Bunu birbirimizi ötekileştirmek için değil, gücümüzü göstermek için kullanmalı, bizi bölüp parçalayıp yönetmeye çalışan içten dıştan düşmanlara karşı ortak bir tavır birliği içinde değerlendirmeliyiz.
Ben bir oturuşta saymaya çalıştım. İster etnik, ister dini kökenli olsun ülkeyi oluşturan etnisiteler, değişik gruplar, insan toplulukları nelerdir, dedim. Bir anda yirminin üzerinde etnik grup adı geldi aklıma. İşte listeye ilk girenler: Türkler, Kürtler (Zazalar, Kırmançiler), Araplar, Çerkesler, Farslar, Azeriler, Gürcüler, Boşnaklar, Gagavuzlar, Pomaklar, Bulgarlar, Lazlar, Tatarlar, Ermeniler, Karakalpaklar, Arnavutlar, Romanlar, (Çingeneler, Rom, Poşa, Domlar), Abhazlar, Osetler, Süryaniler, Rumlar, Museviler, Keldanîler, Hemşinliler geldi hemen aklıma.
Bence fazlasını aramak, ötesini kurcalamak gereksiz, ama daha saymaya kalkarsak, Avşarlar, yörükler, manavlar, tahtacılar, Türkmenler, Giritliler, Ahıskalılar, Peçenekler, Kıbrıslılar, Karapapaklar, Özbekler, Uygurlar, Kırgızlar, Bosnalılar, Yezidiler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Avarlar, Pomaklar, Nasturiler, Sefaratlar, Bahailer, Lehler, Malakanlar, Dürziler, Kazaklar ve benzerleri de eklenebilir bu listeye.
Globalleşen ve buna bağlı olarak küçülen dünyada ülkemizde yaşamayı seçen, burada evlenen, çoluk çocuğa karışan, ülkemizi artık ikinci vatan kabul eden Ruslar, Almanlar, İngilizler, Fransızlar ve diğerleri de listeye dahil edilirse, 77.5 milleti çok geçeceğimiz açıktır. Son örnek de 4 milyona yakın nüfusla Suriyeden gelen insanları örnekleyebiliriz. Giderler, gitmezler, ilerde ne olur bilemiyoruz, ama bugün okullarımızda her kökenden insan öğrenim görüyor, ama dersleri kendi ana dillerinde değil, Türkçe görüyorlar. Ayrımcılar dışında hiç kimse başka dil diye dayatmıyor.
Bu toprakları vatan kabul eden, insanları bir üst kimlik altında topladığımız zaman, "Türk” adını kullanmak bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor. Benim kişisel düşüncem, samimi inancım budur. Mademki aynı vatanda, aynı bayrak altında, aynı istiklal marşını söyleyerek yaşıyoruz, vatana ihanet gibi bir duygu taşımıyorsak, ayrımcı davranmak yerine birleştirici davranmak, bir ortak noktada, bir payda üzerinde birleşmek zorundayız.
Niyetimiz bölünmek, parçalanmak, emperyalizme hizmet ise, o zaman da ayrımcı tavırlara karşılık geride kalanlar bir ortak tavır geliştirmek zorundayız. Bugün it izi, at izine karışmış gibi görünse de, yarın suların durulacağına, ülkenin taşlarının gün gelip yerli yerine oturacağına, insanların dünyada ve güneydoğumuzda olan olaylardan gereken dersi çıkartacağına inanıyorum. İnanmak istiyorum. Tarihi şan ve şereflerle dolu olan “Türk” a yakışan bu davranıştır.
Bu pencereden bakınca, öğrencilerin hep bir ağızdan yüksek sesle bağırarak , “Türküm, doğruyum, çalışkanım” deyip, andımızı okuması da çok anlamlı hale gelmektedir. Danıştay, verdiği bozma kararında yerden göğe haklıdır ve gerekeni yapmıştır. Yönetimden beklenen de yargı kararına saygı duyup yurtseverliğin gereğini yapmasıdır.
Ders almazsak, gereğini yapmazsak, emperyalizm denen canavar, nasıl Libya’yı, Irak’ı, Suriye’yi çeşitli bahaneler uydurarak yuttuysa, ulusal varlıklarına el koyduysa, Saddam'ı, Kaddafi'yi tükettiyse, dünyanın gözünün içine baka baka oraları sömürüyor, kendi kurallarını dayatıyorsa, ateşi kendisi ellemiyor, maşalarına tutturuyorsa, bizim için de aynı şey söz konusu olabilir. Görünen köy kılavuz istemiyor. Aklımızı başımıza toplayalım, küçülerek, emperyalizmin ekmeğine katık olmayalım. Bizi biz yapan üst kimliğimizle, “Türk”lüğümüzle gurur duyalım. Boş işlerle uğraşmayalım. Yarını düşünelim.