19 Ocak, Anadolu’yu yurt bilen, taşına toprağına, kurduna kuşuna sevdalı bir insanın, bir gazetecinin hunharca katledildiği acı ve hüzün dolu günün yıldönümü. Agos gazetesi başyazarı Hrant Dink’ten söz ediyoruz bu kez.
O gerçekten onurlu, inandığını, doğru bildiğini söyleyen, sözünün eri bir yurttaşımızdı. Etnik kökeninin “Ermeni” olması, “Kürt, Türk, Süryani, Boşnak, Tatar” ya da Çerkes”olması kimi ne kadar ilgilendirir ki? İnsan mı? Toplum için yararlı biri mi? Önemli olan odur. Olayları bir aydın duyarlılığı ve sorumluluğu ile nasıl değerlendiriyor? Tavrı kışkırtıcı mı, toplumu ayrıştırıyor mu yoksa birleştirmeye, tek yumruk olmaya mı çağrısı? Onu irdelemek, insanları seçme şanslarının olmadığı konularda (etnik köken gibi) sorgulamak, haksız yere suçlamaya kalkmak, ona fatura ödetmeye kalkmak ne kadar insanca? Ne kadar akıldan sağduyudan uzak. Tanrının verdiği yaşamı almaya değer mi? Bunu yapmaya kimin hakkı var?
Hrant Dink’in hunharca kıyıma uğratıldığı günde kendi sesinden yayınlanan kısa bir videosunu izledim. Açıkça söyleyeyim, insanlığımdan utandım. Gerçekten utandım.
Videonun içeriğinde, insanları, insan olmaya, kendilerini birbirlerinin yerine koyarak, anlamaya ve acıyı onurla taşımaya çağrı var. Nasıl kıyılır böyle güzel insanlara demeden, okuyalım, videoda yer alan ve sonrasında yazıya dökülen metni.
“Ermeniler büyük bir travma yaşıyor, Türklere yönelik, Türkler ise, Ermenilere yönelik büyük bir paranoya (endişe, korku, kuruntu) yaşıyor, ikimiz de klinik vakalarız, tam klinik vakalarız. Kim tedavi edecek bizi, Fransız Senatosu’nun kararı mı? Amerikan Senatosu’nun kararı mı, kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler, Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor-moktor, ilaç, hekim-mekim yok! Diyalog (Karşılıklı konuşma) tek reçete. Doktor da birbirlerinin doktoru. Bunun dışında çözüm yok, yok, yok.”
Açıktı söyledikleri, netti. Anlaşılırdı. Yeter ki, aklın yolu tutulsun. Her tarafta sağduyu egemen olsun. Çözüm kolaydı.
O, bir aydın kişiydi, tüm yaşamı insan sevgisine odaklı, bölmeyi değil, birleşmeyi düşünen, ayıran değil, birlikteliğe çağıran bir kişilikti.
Aklın yoluydu tuttuğu, her tarafa sakin olmayı, öküzün altında buzağı aramamayı, birbirlerini tolere etmeyi, anlayış göstermeyi öneriyordu.
Sürekli kışkırtıcı tavrıyla “Diaspora”ya karşı çıkıyor, tepki alacağını bile bile ne söylenmesi gerekiyorsa, sözünü sakınmadan söylüyor ve “Buradan Diasporaya da sesleniyorum. Ermenilere şunun için 1915'e saplanıp kalmayın! Kendinizi 1915'e bağlamayın. Bu tarihsel bir acı mıdır, biz yaşadık, atalarımız yaşadı. Anadolu'da hoş bir laf vardır. “Biz Anadolu insanıyız, acıyı onurla taşıyıp, sırtlamak, yaygara yapmadan...Bize yakışan budur.” Diyordu.
Evet, Hrant Dink, Anadolu sevdası doruklarda olan bir insandı. Anadolu insanının kendi kararlarını kendisinin vereceğine, dışardan birilerinin ahkam kesmesine gereksinim duymadığını biliyor ve öyle dillendiriyordu.
Yerinde gerekçeleri vardı. Savunduğu tezlerin zemini sağlamdı, Baştan sona insancaydı. Evrensel barışa çağrıydı.
“Dünyaya diyorum ki, dünya insanına senin Ermeni soykırımını tanımış olman ya da tanımamış olman benim için 5 para ifade etmez. Ermeniler Türkleri öldürmediler mi, öldürdüler. 1918'li yıllarda Ruslar, 1915'ten sonra tekrar yukarı çıkarken intikam dediğimiz kavram neyse, lanet ediyorum o kavrama. Oldu bütün bunlar. Türklere diyorum ki, Ermeniler niye bu kadar çok ısrar ediyor diye, bu sorunun üzerinde durun biraz. Bunun üzerinde empati yapın, o zaman belki biraz onur görebileceksiniz. Ermenilere de diyorum ki, Türklerin "Hayır, bu bir soykırım değildir" sözünün üzerinde de bir onur görmeye çalışın. Bir onurlu duruş bulmaya çalışın. Nedir o onurlu duruş? Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım, Allah'ın belası bir şey. Dolayısıyla nasıl ya, anlamak mümkün değil, benim atalarım böyle bir şey (soykırım) yapamaz, çünkü ben yapmam.”
O, insancıl bir Anadolu insanı idi. Ne soykırımı? Yüreği sevgi ile dolu idi. Nefret nedir bilmez, dile getirmez, getirilmesini istemezdi.
O yaşam boyu, bir çözüm bulunacaksa, ön yargısız, diyalog yoluyla bulunacağına inanan, insanların konuşa konuşa anlaşacaklarını düşünen bir insandı. Yansız, olaylara nesnel bakan bir aydındı. Gerçek bir aydın. Ama beni asıl duygulandıran, ağlatan, “Tam bizlik” dedirten, konuşmasının sonunda anlattığı gerçek Anadolu öyküsüydü. Öykünün sonuna bir yorum koymayacağım. Kıyılan insan (Hrant) böylesi bir insandı diyerek bitireceğim: Anlattığı öykü şöyle:
“Bir gün telefonum çaldı, Sivas'ın bilmem ne köyünden yaşlı bir amca, "Oğlum” dedi, “Bana dediler, ben de seni buldum, buraya yaşlı bir kadın geldi Fransa'dan, yaklaşık on gün kadar kaldı, dolandı durdu, sonra Allah'ın rahmetine kavuştu. Biz de aldık, onu gömdük, duamızı ettik, namazımızı kıldık, gömdük, ama öğrendik ki, bu herhal sizlerdendir. (Ermeni demeye getiriyor.YAS)
Bana seni söylediler, ben de seni buldum, bir bak araştır. Kimdir, kimlerdendir? Adı soyadı şudur. Varsa eşi dostu akrabası, oğlu kızı, yakınları buyursunlar, biz burada onlara yardımcı oluruz. Biz gömdük, ama cenazeyi alıp götürmek isterlerse, kendilerine yardımcı oluruz." Dedi.
“Peki, Amca, ben bakarım,” dedim. Benim bir Efe Abim var, hemen onu aradım. “Abi,” dedim “Adı soyadı şu”.
“İn” dedi, “Senin şu kaldırımda eski bir ayakkabıcı var, onlara sor. Onlar bilir.” Gittim, sordum, “Böyle birini tanıyor musunuz?” dedim. Dükkan sahibi kadın, döndü bana baktı, “O benim anam” dedi. “Anan Fransa'da mı yaşıyor?” dedim.
“Türkiye ye gelir mi gelir, ama” dedi, “Abi, bize ya uğrar ya uğramaz. Doğru memlekete gider. On beş gününü orada geçirir, dönüşte de İstanbul'a ya uğrar ya uğramaz.” “Bacım,” dedim. “Anan, memlekette ölmüş”.
Duyunca, hüngür hüngür ağladı kadın. Neyse, ertesi gün, beni aradı, “Abi” dedi. “Geldik, doğrudur bu benim anam” dedi... “Peki getiriyor musunuz?” diye sordum. “Abi, getirmesine ben getireceğim de burada yaşlı bir amca var, bana dedi ki” Başladı kadın yeniden ağlamaya. “Kızım,” dedim, “Ne ağlıyorsun?” Neyse amca aldı kadının elinden telefonu. “Niye ağlatıyorsun kızı, Amca?” dedim. “Ne yaptın kıza da ağladı?” “Hiçbir şey yapmadım, oğul,” dedi yaşlı adam. “Ona dedim ki, kızım anandır, hakkındır, alır gidersin, nereye istersen götürürsün, sen bilirsin, ama bana sorarsan burada bırak, su çatlağını buldu. Burada kalsın.” Bu cümle, beni mahvetti. Ben de oturdum ağladım. Bu ne laf yarabbi! Su, çatlağını buldu. Bu ne Edebiyat... Bu ne dervişlik. Bu ne Anadolu insanının cümlelerle sayfalarca anlatılamayacak özdeyişi.”
Hadi gelin de sıkıyorsa siz duygulanmayın, ağlamayın, Osuna busuna bakmadan Anadolu bu işte. 77, 5 milletin birlikte yaşadığı güllük gülistanlık olması gereken ülke. Bize yakışanı yapalım mı? Aramızda ayrım yapmadan, ayrımcılığı körüklemeden, insanları kışkırtmadan, empati yapmayı deneyelim mi? Tek pencereden insan penceresinden bakmak yerine, dil, din, ırk pencerelerinden bakarak, ayrışmanın kime ne yararı var!