Corona nedeniyle eve kapandığımız dönemde fırsatbu fırsat deyip, okuma fırsatı bulamadığım kimi kitapları yoğum okuma fırsatı buldum. Bunlardan biri Öner Yağcı’nın “Büyük Oğul efsanesi” adını taşıyan Ünlü eğitimcimiz İsmail HakkıTonguç’un yaşam öyküsünü anlatan bir romandı.
Kitabı Yazarla birlikte ortak öğretmenimiz Emin Özdemir titizliği ile ilerde ayrıntılı inceleyeceğim. Burada 23 Haziran Tonguç Baba’nın ölüm yıldönümü olduğu için bir ön değerlendirme olsun istiyorum.
Önce adından başlamak istiyorum
“TONGUÇ” ADININ KAYNAĞI
Çocuk doğduğunda dedesi kulağına üç kez “İsmail” diyerek koymuştu adını. İlk adı İsmail olan küçük çocuk, sakalları ağarmış yaşlı adamın, dedesinin kucağında oturuyordu. Yaşlı adam, kucağındaki torununu sevgiyle kucaklayıp saçlarını okşuyor, ha bire “Tonguç’un benim, Tonguç’um benim” diye seviyor, orasını burasını kokluyordu. Dedenin sevgisinde sınır yoktu, ne de olsa ilk torunu, ilk mürüvveti idi bebek İsmail
İsmail çocuk dedesinin bu hitabını yaşam boyu hiç unutmadı. Aklının bir köşesinde hep tuttu. Binbir zorlukla okuyup öğretmen oldu İsmail.
21 Haziran 1934 tarihinde soyadı yasası çıktı.Eşine “Tonguç”soyadını aldığını söyledi. Eşi Nafia, “Tonguç”un ne anlama geldiğini sordu. İsmail öğretmen, kısaca “en büyük erkek çocuk” anlamına geldiğini söyledi. Dedesinin kendisine çocukken hep böyle seslendiğini de sözlerine ekledi. Orta Asya’da önemli bir başarı kazanıp ad kazanmaya en yakın gence “tonguç” denirmiş. Ailenin ilk erkek çocuğuna geçici bir ad olarak “ailenin tongucu” derlermiş.
Hani Dede Korkut öykülerinde kahramanlıklar gösterdikleri için sonradan “Dirse Han”, “Boğaçhan” adlarının verildiği gibi.
“Hakkı” adına gelince, Kastamonu Öğretmen Okulu’ndan İstanbul Öğretmen Okulu’na nakledilince, İsmail isimleri karışmasın birbirine diyerek okul yönetimince İsmail’in arkasına “Hakkı” eklenmişti. Artık o günden sonrası adı “İsmail Hakkı” idi.
Köy Enstitüsü öğrencilerine gelince onu hep aileden sayıp “baba” bildiler, onu hep “Tonguç Baba” diye andılar. Babaları gibi yakın saydılar, saygıda asla kusur etmediler. Yere göğe koyamadılar onu, biyolojik babalarından daha değerli saydılar. Kendilerini öğretmen olarak topluma armağan eden insanın o olduğunu bildiler.
Yeri geldi, babasını da atıp “Tonguç” dediler, aileden biri, ağabey, kardeş, baba, dede, kendilerinden saydılar. “Tonguç” diye hitap ettiler.
BABA OLMAK
Zordu baba olmak onca çocuğa,
içten, kucaklayıcı, koruyucu kalkan gibi,
hep arka çıkan, köstek değil, her daim destek,
zordu baba olmak onca çocuğa,
İşteTonguç, baba olmayı böyle başardı.
Sadece babalarımıza değil,
Bizlere de baba olmayı kotardı.
Bugün 21 Haziran 2020, Babalar günü. Tonguç Babanın şahsında, tüm babaların, çocuklarına babalık,analık eden tüm öğretmenlerin kadın-erkek ayrımı yapmadan babalar gününü kutluyoruz.
TONGUÇ BABA VE BABALAR GÜNÜ (2)
Eğitimci-yazar Öner Yağcı’nın “Büyük Oğul Efsanesi” kitabından hareketle öncelikle Tonguç öğretmenin, yaygınadıyla “Tonguç Baba” nın kimliği ve kişiliği üzerinde durmak istiyorum.
Kitapta yer alan nitelemelerden de yararlanarak Tonguç’a yönelik şu sonuçları çıkartabiliyorum.
Tonguç, dostluğu, arkadaşlığı ile ekmek kadar sıcak biriydi. Bu kadar yıl geçmiş olmasına karşın, fırından yeni çıkmış kadar taze. (Ölümünün üzerinden nerdeyse 60 yıl geçmesine karşın düşünceleri, görüş ve önerileri ile bayatlamadan, giderek tazelenerek, güncellenerek, çağdaşlığını koruyarak yoluna devam ediyor. Eğitim alanında uygulamasının aşılamadığını anlıyoruz. YAS)
Yurt sevgisi, insan sevgisi denince, özveride, boyutta sınır taşımıyor. Ayrımsız tüm enstitü öğrencileri tarafından “Tonguç Baba” olarak tanınıyor, denetimleri, düşünceleri, önerileri ve uyarıları ile topluma babalık etmeye dün olduğu gibi bugün de devam ediyor.
Sorumluluk duygusu alabildiğine gelişmiş, atılım denince engel tanımayan, girişimci, cesur, atak bir yapısı var. Deneysel ve uygulamacı bir anlayışı var. Eğitim-öğretimin amacını “yaşama hazırlık” olarak algılayan, her ortamı sınıf gibi gören ve gereğini yapan bir eğitimci olarak karşımıza çıkıyor.
Gözüpek, korku nedir bilmeyen, bilgili ve donanımlı, alçakgönüllü, halkçı yapısı ile bürokrasiden uzak, masa başında oturmayı sevmeyen, masasının arkasında yazılı “aynası iştir kişinin” yazısının ruhuna uygun biçimde iş için yaratılmış bir kişilik olarak çıkıyor ortaya.
Yaratıcı, aydın, toplum önderi, yurda hizmeti iş edinmiş. Yeni şeyler yaratanı, üreteni seviyor. Çalışkanı destekliyor, arka çıkıyor. Yurdum insanını küçümsemiyor, bağrına basıyor.
Açıkyürekli, dürüst, ilkeli, kime ne söyleyecekse, yüzüne söyleyen, içten pazarlık nedir bilmeyen, kendine olmadık kötülüklere bile yanıt verirken ölçülü davranan bir üstün kişilik. Örneklendirelim.
Tonguç, “iyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı” anlayışı içinde idi. Yaşadığı sürece, genel müdürlüğü döneminde kendisini destekleyen, destekler görünen, yağ çeken, sözde eğitimcilerin, sözde ekip arkadaşlarının davaya ihanetini de gördü. Birlikte mesai ürettiği sonradan milletvekili ve bakan olan Reşat Şemsettin Sirer’e, son yazdığı ve köy enstitülerini, köyden kalkınma projesini destekleyeceği inancıyla ve iyi niyetle imzaladığı, çözümler üreten kitabını uzatınca, “senin de, enstitülülerin de belinizi kıracağım.” Yanıtını aldığını biliyoruz.
Sonunda ne olur, devran döner, 1953 yılında, içinde Bakan Reşat Şemsettin Sirer’in de bulunduğu bakanlığa ait bir jip, Sivas köylerinden birine giderken devrilir.
Jipin uçuruma uçması üzerine bakan Sirer, göğsü ezilerek ve beli kırılarak ölür.
Gördüğü bunca kötülüğe, sürgüne ve eziyete karşılık damarında insan kanı taşıyan Tonguç, Bakan Sirer’in ölüm haberini radyodan duyunca, “Oh olsun, ettiğini buldu” demez. “Zavallı Reşat” diyerek üzüntüsünü dile getirir.
Doğrucu davut tavrıyla esen yele göre eğilip bükülmeyen, yaşam boyu yerini korumak adına birileri gibi rüzgârgülü tavrı sergilemeyen, gelene ağam gidene paşam demeyen, ilkelerinden ödün vermeyen tutarlı bir kişiliği vardı Tonguç’un, tam bir öğretmen kimliği taşıyordu.
İnsancıldı, olaylara nesnel bakan, zaman zaman duygusallaşan, ama duygularına asla yenik düşmeyen bir örnek insandı.
Görev yaptığı sürece topluma hep ayna olmuş, reflektör olup onların yolunu aydınlatmış, çevresine ışık olmuş, yoksulun okuduğunu, okuma hakkının olduğunu göstermiş herkese. Analar ne evlatlar doğururmuş, kendi kişiliğinde büyüklenmeden, böbürlenmeden, küçük dağları ben yarattım demeden göstermişti.
Okumak, kendini yetiştirmek, zorlukların üstesinden gelmek, pes etmemek, geri adım atmamak üzere yaratılmıştı.
Okumak üzere gösterdiği büyük çabayı da örneklendirelim sırası gelmişken.
Anne sıcak bakar okumasına. Babasını razı etmek biraz zaman alır, ama sonunda o da razı olur. İstanbul’a yola çıkar. Doğduğu yer olan Tatar Atmaca’dayken babasının daha önceden sözünü ettiği bir Osmanlı paşasını bulup, ondan yardımcı olmasını istemeye karar verir.
“Sora sora Bağdat bulunur.” deyip, paşanın konağını bulur. Paşaya derdini kendisi anlatır. Okumak istediğini söyler. Oldukça sakin görünümlü Paşa, küçük İsmail okumak istediğini söyleyince, birden sessizliğini bozar ve gümüş saplı bastonunu yere hiddetle vurarak, genç Tonguç’a döner, bastonunu ona doğru uzatarak, adeta haşlar gibi şunları söyler:
“Bu memlekette ancak parası olan okur, olmayan okuyamaz. Siz okumayı ne sanıyorsunuz? İstanbul’da okumak bu kadar r kolay mı? Sana değil, seni buraya gönderen ananın babanın aklına şaşarım. Sizleri buraya parasız pulsuz okumaya gönderiyorlar. Olacak iş değil bu. Çık burdan. Beni de daha fazla meşgul etme.” Der Paşa ve bastonuyla İsmail’e çıkış kapısını gösterir.
Tonguç, paşa konağından çıkınca, bir kez daha kahırlanır, yumruklarını sıkar, kendi kendine konuşur ve kapıyı gösteren paşaya adeta bilenir, okuma konusunda kararlılık göstererek, ):
“Görürsün sen, Paşa efendi. Parası olmayan okur mu, okumaz mı? Senin gibi kendini bilmezler yüzünden yüzlerce yıl babalarımız analarımız okumasız yazmasız kaldılar. Yoksulluk kaderleri oldu. Okumak için ne yol varsa, deneyip mutlaka okuyacağım. Okumanın bir yolunu bulmak için, gerekirse kapı kapı dolaşacağım. Benim gibi zora düşen vatan çocuklarının daha da zorlanmadan okumaları için ilerde ne gerekirse, onu yapacağım. Bana param olmadığı için okumayı bile çok gören bu paşa bozuntusuna da nasıl okuduğumu göstereceğim ilerde. Keşke, bu adamla yirmi yıl kadar sonra bir yerlerde karşılaşmak nasip olsa da, ona nasıl okuduğumu göstersem, ahh keşke!” der.
Paşanın davranışı onu daha bir hırslandırır. İşini görmek için dayı, amca aramak yerine kendi işini bizzat kendisi görmeye, girişimlerde bizzat bulunmaya karar verir.
Osmanlı Paşasının bu ilgisizliği, İsmail’in kulağına küpe olur. Paşanın sözlerini, yaşadığı sürece asla unutmaz. Parasız, pulsuz, dayısı, amcası, arkası olmayan halk çocukları, köylü çocukları okusun, adam olsun, kendi düştüğü zor duruma düşmesin diye bütün ömrünü tüketir. Kendini topluma adar. “Tonguç Baba” olmak zordur. O Enstitülülerin Tonguç babası olmayı başarır.
Topluma kişisel çıkar gözetmeden “baba” olmayı başaran herkesin babalar günü kutlu olsun.