MELTEM ESİNTİSİ

Güzel Türkçemizi dünya vitrinine taşıyan Şair Nazım Hikmet

Anadolu destanını yazan, ama memleketine özlemle ölen şairin Nazım Hikmet’in doğum günü bugün. Ölmez şairin şiirin içine doğduğu, yüreklere dokunduğu gün bugün. O, ses bayrağımız Türkçeyi dünya vitrinine taşıyan evrensel boyutlu bir şair. Unutulmaz, ölmez.  

1937 senesinde bir gün, Nazım Hikmet, Şevket Süreyya Aydemir’in evindedir. Evde ondan başka Emniyet müdürü Şükrü Sökmensüer de vardır. Nazım, İspanya iç savaşını anlatan şiirini coşku ile okur ve dinleyenleri çok etkiler. Genel müdür, şiirden çok etkilenmiştir, gözleri dolu dolu olmuştur. Nazım’a döner ve şöyle der:

“Bu şiirde anlatılan, bir ideoloji değil, bir halkın isyanıdır. Tıpkı bizim İstiklal Savaşı’mızda olduğu gibi. Ama ne yazık ki, hiçbir Türk şairi bu destanı dile getirmedi. Yazık değil mi Nazım? Bizim halkımızın isyanı ve savaşı yanında İspanya İç Savaşı çocuk oyuncağı kalır. Anadolu destanını yazsana sen Nazım. Anadolu destanını yazsana.”

Bu destanı yazma fikri iyice yerleşmişti içine. Bir yandan bilgileri belgeleri araştırıyordu ve konuyu ayrıntılı bir şekilde inceliyordu. Diğer yandan etrafını ve kahramanlarını yakından gözlemliyordu. Notlar alıyor, karalamalar yapıyordu. 1939 yılında yazdığı bazı şiirleri de kitabın içine sonradan koyduğu için “Kuvayı Milliye Destanı” adındaki bu destan, 939 ve 941 arasında üç yıllık bir zamanını almıştır denebilir.

Şiirlerinin kimilerinde geleneksel konuları işlemiş, ama büyük bir beceri ile gelenekseli çağdaşlaştıran onları yeni bir gözle yeniden değerlendiren adeta onlara yeniden hayat veren şiirler yazmıştır. Çektiği onca sıkıntıya, eziyete karşın geleceğe güvenini hiç kaybetmemiştir. Bu inancını, umudunu şöyle dile getirmektedir:

"Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliamda

Hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,

fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden

güneşli elleri ile kapımızı çalacak olan

gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman..."

Hapishane yaşamı kuşkusuz bünyesini yıpratmıştır, ama o inancını yine de kaybetmemiştir. Devrimci kafasını asla değiştirmeye yanaşmamıştır. Kafası hep taze kalandır.  

“Yani övünmek gibi olmasın ama,

ben bir çırpıda bir kurşun gibi delip geçtim on yılını esirliğimin

ve karaciğer sancısını bırakırsak bir tarafa,

gönül yine o gönül, kafa yine o kafa....” diyendir.

Devrim, onun yarım kalan beklentisidir. Dünyanın başka yörelerinde mücadele veren diğer devrimcilerle ortak yanıdır, öncü tavrıdır.  Fidel Castro’nun sımsıkı sıktığı el, Che Guevera’nın kıtalararasından el salladığı, selamladığı, sonsuz saygı duyduğu bir insandı Nazım. İnsandı.  

*

Yalansız dolansız duygularla içtenlikle türkülere tutkundu Nazım Hikmet. Halkların duyarlılıklarından kaynaklanan türkülerin evrensel bir dil olduğunu düşünürdü Nazım. Asıl şiirin türkü olduğunu bilirdi.

“Ve toprağın üstünde türkülerimiz

ne Türkçe, Ne Rusca, ne İngilizce

türkücedir.”

Türküler, özlü bir biçimde insanın kendini ve düşüncelerini anlatmasının en kısa yollarından biridir Nazım’a göre:

“İnsanların türküleri kendilerinden güzel,

kendilerinden umutlu,

kendilerinden kederli,

daha uzun ömürlü kendilerinden.

Sevdim insanlardan çok türkülerini

insansız yaşayabildim

türküsüz hiçbir zaman.

Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de

Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.

Bu dünyada yiyip içtiklerimin,

gezip tozduklarımın,

görüp işittiklerimin,

dokunduklarımın, anladıklarımın,

hiçbiri, hiçbiri,

beni bahtiyar etmedi türküler kadar....”

Büyük ustayı 120. doğum gününde saygıyla, özlemle anıyoruz.   

Yayın Tarihi
16.01.2022
Bu makale 881 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!