Antalya’da güzel şeyler de oluyor. Bilmem dikkatinizi çekti mi, kentin çeşitli yerlerinde yer alan duyuru panolarında birkaç günden beri Konyaaltı 1. Kitap Fuarı’nın, 16-19 Aralık arasında Konyaaltı kent meydanında yapılacağı duyuruluyor.
İnsanımızın , toplumun geleceği olan çocuklarımızın hazırcılığa alıştırıldıkları, herşeyi draje (hap) halinde almaya özendikleri, işin hepten kolayına kaçtıkları bir ortamda, bir kahraman gibi, bir fedai gibi ortaya çıkıyor bu fuarı düzenleyenler.
Bizler, Türk insanının sadece duyduklarına inanmak, koşullandırılmak yerine, doğruyu okuyarak, yorum yaparak, analiz (ayrıştırım) ya da sentez (birleştirim) yaparak ve okuduklarından bir sonuç çıkartarak, doğruyu bularak öğrenmenin en iyi yönten olduğunu düşünüyoruz.
İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in “Oku, İlim Çinde de olsa git öğren” düşüncesini zaman içerisinde cehaletten medet umarak, sırf kendi gemisini yürütmek adına tersine çeviren, okumayı değil, okumamayı özendiren zihniyete verilevcek en iyi cevap, ne bulduysak okumak olmalıdır.
Tabiî ki her şey okunmaz. Bir zaman gelecek, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, yararlıyı yararsızdan, ayırt ederek neyi okuyacağımız konusunda seçici olmaya başlayacağız. İşte o zaman, sadece kitapları, ilgimizi çeken konuları seçmekle kalmayacak, bizi yönetmek üzere kimi başımızın üzerine çıkartacağımız konusunda da seçici olacağız. Önümüze her konana evet demeyeceğiz. Ben odunu bile seçtiririm, ben ne dersem o olur diyenlere karşı, onların her dediğine boyun eğmek yerine, akılcı ve doğru düşüncelere prim vereceğiz.
Okumak, salt boş zamanı değerlendirmek için bir fırsat olmayıp, başkalarının görüş ve düşüncelerini, önerilerini, değişik yönlerden değerlendirmelerini ve yorumlarını ve çözüm önerilerini öğrenmek demektir.
Evde anne babaya, okulda öğretmene düşen en önemli görev, kitap okumaları konusunda çocuklarını ikna etmek, hangi kitapları okuyacağı konusunda ilgi uyandırmak olmalıdır.
Dört dil becerisinden biri olan okumanın (diğerleri dinleme, konuşma ve yazma), en az diğerleri kadar önemli olduğunu hissettirmeliyiz. Okutmalı ve okuduğunu iyi anlayıp anlamadığını denetlemeliyiz. Yanlış yorumlansa da uzun erimde okuyan insandan bu ülkeye zarar gelmez. Tersine toplumun çıkarlarını koruma konusunda daha bilinçli davranır.
Öyleyse bu günden tezi yok, okumaya var mısınız? Sizin okumamanızdan medet umanların oyunlarını bozmaya bugün her zamankinden daha fazla gereksinim var. Kitap fuarını kim akıl edip, yaşama geçirdiyse helal olsun ona. Haydi o zaman en azından ayda bir kitap okumayı alışkanlık haline getirelim. Nemi okuyalım? Ne bulursak okuyalım fark etmez, ama ille de bir öneri istiyorsanız, size Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler “ kitabı ile başlayabilirsiniz, derim. Daha sonra gerisini getirebilirsiniz.
Bu konuda da kısa bir gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Antalya’ın efsanevi edebiyat öğretmenlerinden biri olan bir arkadaşımdan rahmetli Filiz Güney hocanımdan söz etmek istiyorum. Çocukların okumadığının farkında olan Güney, hep kısa ve bol resimli bir kitabı salık vererek, öğrencilerini okumaya teşvik ederdi. Çok ta başarılı olurdu. Kitabın adı “Martı” idi. Ben bizzat şahidim, o kitabı hangi öğrenci okuduysa, sonradan okumayı alışkanlık haline getirdi. Demek ki, öğretmenin de öğrencinin nabzına göre şerbet vermesi, damardan girmesi, öğrenciyi çekip çevirmesi ve şekillendirmesi gerekir.
Sonuçta aklın yolu birdir. İnsanın kişisel gelişimi okumasına ve onun sonucu olarak kendisini geliştirmesine bağlıdır. Kısacası her yaşta okumak gerek. Körü körüne okumak değil, okuduğunu anlamak gerek.
Devam edecek