YANIK SESLİ MEHMETÇİK
Bir Anzak askeri anlatıyor. ”Türk siperlerine çok yakındık. Akşamları ateş kesildikten sonra, siperlerimizde sessizce hareket etmeye çalışırdık. Gecenin ortasında, hemen hemen her gün aynı saatte, Türk siperlerinden gür içli bir ses duyulurdu. Dinlemeye doyamazdık. Bizim siper yanık sesli Türk askerini dinlemek için gelen misafirlerle dolardı. Sesin güzelliğine hepimiz hayrandık.
Bir akşam yine konser saati gelmişti. Ama o alıştığımız güzel ses artık duyulmuyordu. Aradan birkaç gün geçti. Merak ettik. Türkçe bilen bir savaş muhabirine bir mektup yazdırıp, Türk siperlerine attık.
Birkaç gün sonra gelen tek cümlelik cevap bizi çok üzdü. Hüzünlendirdi. Kağıtta şu cümle yazılıydı. ” O arkadaşımızı geçen hafta vurdunuz.”
YARIM SOMUN EKMEK
Hüseyin adında bir askerimiz ağır yaralanmış ve sargı yerinde tedavi olmaktaydı. Durumunun ümitsiz olduğunu kendi de biliyordu. Arkadaşları onu teselli etmeye çalışıyorlardı. O sırada hastalara ve yaralılara verilmek üzere taze ekmek gelmişti. Hemen bir yarım ekmekte yaralı Hüseyine’ uzattı arkadaşları. Hüseyin somunu eline aldı, kokladı ve tek bir lokma bile yemeden yanındaki arkadaşlarına uzattı. Arkadaşları yemesi için israr edince, Hüseyin onlara dönüp, şunları söyledi:
“Kardeşlerim bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Ben nasıl olsa bu iyileşmesi olanaksız yaralarla çok geçmeden ölüp gideceğim. Alın bu ekmeği. Düşmana karşı savaşacak yiğitlere yedirin. Boşa gitmesin,” dedi ve son nefesini hemen oracıkta verdi.
BİR BAŞKA ÇANAKKALE ANISI
Şimdi son bir anı olarak, rehberliğe ilk başladığım yıllarda Çanakkale turlarımdan birinde Bir İngiliz grubu ile başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sene 1969. Aylardan Temmuz. Daha çiçeği burnunda rehberim.
Yaşlı bir İngiliz grubu ile Batı Anadolu turundayım. Turun kaçıncı günü idi, geçmiş gün şimdi tam anımsamıyorum.
Grubumla birlikte Çanakkale’nin Avrupa yakasına, yani Gelibolu yarımadasına vardım.
Boğazın karşı yakasına geçip, Troya’yı göstermeden önce, grubumdaki İngilizlere Birinci Dünya Savaşı’nın geçtiği ve atalarının da Osmanlı’ya karşı savaştığı yerleri göstermek ve gerekli açıklamaları yapmak istedim.
Grubumun içinde yaşlı insanlar vardı demiştim, ama bunlardan bir tanesi diğerlerine göre daha yaşlı idi ve benim Çanakkale’ye dair anlattıklarımı hep çok ilgi ile dinliyor ve bana tur boyunca savaşa ilişkin ilginç sorular yöneltiyordu.
Sanki bu toprakların çocuğu imiş gibi, daha önce geldiği yerlere yeniden geliyormuş gibi, anavatanına kavuşmuş gibi büyük bir heyecan içindeydi.
Ben işin aslını öğrenmek için biraz kurcalayıp kendisine birkaç soru sorunca, anladım ki, Çanakkale Savaşlarında bize karşı savaşan İngiliz’lerin arasında kendisi de varmış ve savaşa bizzat bu cephede katılmış. Bize anılarından bahsetti. Savaştığı yerleri gösterdi. Onun bu ilgisi ve savaşlarla ilgili bilgisi otobüsteki diğer insanların da konuyla daha çok ilgilenmesi ve insanlar arası iletişimin daha sıcak bir havaya girmesine olanak sağladı.
Araba vapuruna binerek karşıya geçmeden bütün şehitlikleri gezdirdim. Tabii o zaman bugün göreceğimiz anıtların ve heykellerin çoğu henüz yoktu. Bölgeye geldiğinizde, ilk edindiğiniz intiba inşa edilmiş yabancı anıtların yanında bitmemiş ya da hiç yapılmamış garip Türk şehitlikleri görürdünüz ve içiniz bir garip olurdu. Bugün bizler de şehitlerimiz için yaptığımız anıtları gururla ziyaretçilere gösterebilecek durumdayız.
Neyse daha çok uzatmayayım, En son olarak ta kendi anıtımızı, Milliyet gazetesinin bir ulusal kampanya açarak gerçekleştirdiği Çanakkale Şehitler Abidesi’ni göstermek istedim. O günün şartlarında anıt da henüz tamamlanmış değildi, örneğin alttaki müze bölümü daha açılmamıştı. Rölyefleri yoktu. Kısacası, çok sade idi ama yine de çok görkemliydi.
Otobüsten indiğimizde, anıtın etrafında ki banklarda oturan bir kaç insan vardı. Çevre düzenlemesi de henüz daha yapılmamıştı. Banklardan birinde oturan gözlüklü yaşlı bir vatandaşımız dikkatimi çekti. Akran olarak yaşlı İngiliz’le aynı yaşlarda olmalıydı. “Merhaba amca” dedim. Kısa bir hoş beşten sonra kendisinin de Çanakkale Savaşları’na katıldığını ve buraya ölmeden önce, eski savaş anılarını tazelemek için son bir defa daha gelmek istediğini öğrendim. Bu yaşlı insanla aynı cephede ona karşı savaşmış olan İngiliz’i karşı karşıya getirmek ilginç olabilir diye düşündüm ve tanıştırmaya karar verdim. Durumu kendilerine anlattım ve tanıştırdım. İngiliz hiç Türkçe bilmiyordu. Türk, tek kelime İngilizce bilmiyordu. Yaşları o dönemde aşağı yukarı 80 civarında olan bu iki insan yaşlarından beklenmeyen bir çeviklikle ve normalde baston yardımı ile yürümelerine rağmen, bastonlarını bir kenara atarak, ayağa öyle bir kalkış kalktılar, birbirlerine doğru öyle bir hamle yaptılar ki, gerçekten görmelere değerdi. Birbirlerine sarılıp öyle bir kenetlendiler ki ayırabilene aşk olsun.
Belki 5, belki 10 dakika hiç bir şey söylemeden ve devamlı gözlerinden sevinç gözyaşları akıtarak ve geçmişi bütün tazeliği içinde kendileri yaşayarak ve orada bulunan bizlere de yaşatarak, bizleri de ağlatarak, kenetlenip kaldılar.
İnanmayacaksınız belki ama, genel de soğuk insanlar ve tepkisiz insanlar olarak bilinen İngilizlerden biri olan bu yaşlı insanı dilini bilmediği ortak paydaları sadece aynı cephede birbirine karşı savaşmak olan bu insanı, cephedaşından ayırmak hiç de kolay olmadı. Bu ikili arasında oluşan sıcak ortam bütün grubu sardı.
Birbirlerine benim aracılığımla sorular sordular. İşaretlerle anlaşmaya çalıştılar. Ufak tefek hediyeler verdiler. Biz oradan ayrılırken yaşlı Türk de, İngiliz de bir yandan birbirlerine el sallıyor, bir yandan da gözyaşı dökmeye devam ediyorlardı.
Aradan bu kadar zaman geçti. Bilmiyorum şu anda kendileri sağ mıdır? Ben o olaydan kendi payıma şunu öğrendim. Dünyanın en kanlı savaşlarından biri, anlamsız bile olsa, yeri geldiğinde barışa hizmet edebiliyor, birbirinin dilini bilmeyen insanların bile anlaşmak için ortak bir dil bulmalarına, birbirleri ile iletişim kurmalarına katkı sağlayabiliyor.
Ben aradan geçen yaklaşık kırk yılı geçkin süreye rağmen, bu anımı hiç unutmam ve ne zaman bir grupla birlikte Çanakkale’yi, Şehitler Abidesi’ni ziyaret etsem, bu anımı onlarla paylaşırım. Ben de duygulanırım, onlar da duygulanırlar. Başımdan geçen bu olayı, Çanakkale zaferinin yıldönümü nedeniyle bugün de bu sütunlarda sizlerle paylaşmak istedim. İlginizi çektiyse, ulusal bilinç konusunda bir fikir verdiyse, ne mutlu bana.