“Erini bulmayan güzel, yürür yerine yerine/Eynine uymayan libas, gider sürüne sürüne.”
“Dostum, ya baban zengin veya anan güzel olacak derlerdi de inanmazdım, söylemin haklılığını bundan böyle ilk ben tasdik eder oldum” diye koyuldu söze.
Köyünde ilkokulu, ilçede ortaöğrenimini tamamlamış, askerlik sonrası evlilik ve iş umuduyla büyük şehre göç etmiş. Kendi ifadesiyle elleri boşa çıkınca, açıkçası götürdükleri erimeye yüztutunca mecburen geri dönmek zorunda kalmış, bir süre inşaatlarda bile çalışmış; amele pazarında umut aramaya devam ediyormuş hala.
Kısmetsizliğini, kul, kaderini kendi omzunda taşırmışa bağlıyor, ömür çizgisindekileri gülümseyerek sıralıyordu. Dededen kalma iki çürük tarla, beş kardeşten hangimizi geçindirsin ki? Dördümüz hakkımızdan feragat ederek düştük yollara. Bazıları daha doğmadan şanslıdır, onların zenginliği ana rahmine düşmeden başlar. Benim gibilerin yakasını bırakır mı fakirlik denen yafta? Babamın babası kapıda azapmış(yanaşma), bıraktığı miras kazma/kürekten yanadır elbette!
Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü’nün, düzenlediği kalorifer ateşçiliği kursunu bitirdiğini, ancak sertifikasını alamadan yerleşim merkezinin doğalgaz kullanımına geçtiğini, dudaklarında yarım kalan tebessümle ifade ediyordu. Tam Aziz Nesin’lik bir hayat hikâyesi anlayacağınız. Şimdiyse iş makineleri operatörlük belgesi alabilme peşindeydi. Benden bu konuda bilgi edinmeye gelmişti, gerekli açıklamayı dinledi, vedalaşırken:
”Günümüzde ekmek tavşan , ben peşinde tazıyım, kimsenin malında-canında gözüm yok çok şükür, hatadan hayâ ederim hâşâ! Lakin hayıflanmamak elde değil, Rabbim kör baykuşun önüne bile her gün bir serçe yuvarlarmış nasiplensin diye” dedi ve kapıyı çekti.
Arkasından Hoca Efendinin ağustosta bir davete icabeti düştü aklıma:
Ev sahibi kepçeyle hoşafa veryansın ederken, misafir kaşıkla çabalayıp duruyormuş. Hane reisi her höpürdetişinde “ohhhh öldüm!”diye kendinden geçiyormuş, bizimki dayanamamış, çömçeyi kaptığı gibi kolları sıvamış: “Geri dur hele, biraz da biz ölelim!”
Yalnızlığa yaslandım
Hile bilmem ince ile kalından
Eller beni kayırmıyor efendim
Dem sürmedim yeşilinden alından
Kimse payım ayırmıyor efendim
Ehli derdim otacıyı aramam
Sanmasınlar yaralarım saramam
Mihmandarsız menzilime varamam
Dağlar sisin sıyırmıyor efendim
Gece beyaz şafak mavi düş kara
Bahar sarı yazım yeşil kış kara
Ocağım var üstündeki aş kara
Kuşlar bile buyurmuyor efendim
Bundan gayri Özcan’ıma yer tutmam
Güneş olsan mendilimi kurutmam
Ölene dek dediğini unutmam
Sevgi karın doyurmuyor efendim