Türkülerimiz bazen bebekmişçesine "Aynalı beşiklerde sallanır", bazen "Yemen yollarının çukuru", bazen de "gurbet elden gelmeyen künye" olur. "Sarıkamış karlarına doksan bin gelinin umutları" olarak gömülür. Kiminde coşar, kabına sığmaz, "Atamızdan yadigar Bar", kiminde "Gemilerde talim eden bahriyeli yâr, Çamlıbel'de kar, Koç Köroğlu'nun altında kır" dır türkülerimiz; gün gelir narinleşir: “Katibimin setresi, pencerenin tül perdesi, sevgilinin mendili” olur sallanarak. Türkülerimiz mutlaka bir doğum sancısıyla hayata gelmiş ve dilden dile dolaşmıştır. Şimdi türkülerimizin dünyasına derinlemesine girmeden önce, Anadolu’da atışma tarzında söylenmiş manilerden örnekler vermeye çalışacağım. Türkler’in duygu yoğunluğu gül bahçesi gibidir, burada gonca da açar, bülbül de öter, çimen de yeşerir, ısırgan da biter! Aynı coğrafyada yaşayanlar söz konusu mekânın köşe taşlarıdır, doğruluğu dün de görülmüştür bugün de...
Geçim yükünü omuzlayan emekçi:
"Aşı buzağı ışı buzağı/Böğrüne vurular taşı buzağı/Erkek olsan çifte koşarlar/Haline şükret dişi buzağı" dizeleriyle, sıkıntısını hanımını incitmeden ne güzel anlatmıştır.
Evlenme çağına gelen genç kız çeşmedeki yarenlerine:
"Pınara testi koydum/Damla damla dolacak/Benim sevdiğim oğlan/ Başöğretmen olacak" derken, köylerinden ilk defa bir öğretmen çıkacağını ve bu kişinin de kendi sevdalısı olduğunu yüreğinde saklayamamış, kuşlara ve çiçeklere inat türkü türkü şakımıştır. Düşmana kanlı-bıçaklıyken bile, türkülerimiz bir tebessümle gönüllere su serpmiştir. Aralarında kırgınlık bulunan iki gelinin, Delice Irmağı’nda çul-çaput yıkarken atışmaları dikkate değerdir.
Gelinin birisi: "Terazi tutmam diyo/ Zerdali satmam diyo/Ağanın torunu ya/çarşafsız yatmam diyo" deyişiyle hapisteki dayısının oğlu ile övünürken, ötekiyse: "Minareye taş atar/Hoca geldi mi diye/Gece camiye bakar/Bir şey kaldı mı diye” mısralarıyla cezaevinde yatış sebebini açıklamıştır.
Nişanlısıyla bir türlü görüşemeyen delikanlı, tandırın başında kayınpederinin uyuduğunu kestiremediğinden, geceyarısı gelişini sevdiğine bildirmek isteyerek bacadan bir kerpiç parçası atar. Keseğin tandır sacından çıkardığı sesten korkan genç kız elinden gergefi düşürürken, iğnenin batışı yüreğini sızlatmış ve ayışığında onun sırıtışına sinirlenip: "Bismilahi mis atan/ Kim ordan kesek atan/ Eşşek misin ey eşek/Kim ola şurda yatan" ezgisiyle hem korkusunu hem de babasının uyduğunu yavuklusuna haber vermiştir.
Doyumsuz ve şefkatsiz üvey ananın, iki çocuğa dört haşlanmış yumurtayı kendi adaletiyle dağıtışını da hemşerimiz aşağıdaki gibi anlatmıştır:
"Şu ananız ağu ile dert yesin/Ardı sıra yarım yarım dört yesin".
Türküler konuşurken susmak gerek, susmak gerek ki, mana denizinin dalgaları sine içindeki limanları tatlı tatlı dövsün.
Bedri Rahmi’nin dediğince: "Ben şiiri ayak seslerinden tanırım/ Ne zaman bir köy türküsü duysam/ Şairliğimden utanırım."
Maniler
Gözümde biriken yaşlar
Bitti derken tekrar başlar
Bana gavur olan güzel
Hoyrata hayat bağışlar
Ver em yârim ver em yârim
Ettin beni verem yârim
Bu can sana kurban olmuş
İste hemen verem yârim
Kara yerden kara yerden
Kurtarmadın ara yerden
Allah için çek elini
Sinemdeki yara yerden
Başa yaz da baş ayazda
Ayak yalın baş ayazda
Seven canlar asker oldu
Ben de gidem başa yaz da
Kanı yor ah kanı yor
Yaralarım kanıyor
Ne dedimse zalime
El sözüne kanıyor
Koysun beni koysun beni
Bardaklara koy sun beni
Allah için deyin yâre
Kapısına koysun beni