Düğme ilik çıt olanlar/Merhameti kıt olanlar/Menfaatte birleşirler/Birbirine zıt olanlar. Bu bağlamda yaşanmışlıklardan misal vermek isterim.
Hoca Efendi;“Bal ile sirke uyuşumu” konusunda, ne diyeceğini bilemez. Hemence yarım okka bal yer, üstüne aynı oranda sirke içer, renginin yeşerdiğini görenler;”Hocam bak, bal ile sirke anlaşamaz dedik lakin siz inat ettiniz, şimdi ne söyleyeceksiniz” sualine, Hoca üslubundan asla taviz vermez.”Yooo onlar bağdaştılar bağdaşmasına da, şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar” der.
Koca adam dinleyicilerini bulmanın mutluluğuyla yine ekip biçiyordu:
”İş takibine gelen köylüye biraz samimi davranacaksın, şayet durumu iyi ise çay üstüne çay ikram etmekten kaçınmayacaksın, ellerini omzuna koyarken, gözlerine bakıp ağırlığını hissettireceksin, uğurlarken iadeyi ziyarete geleceğini ima etmekten geri kalmayacaksın. Çünkü yapılan her hizmetin bir karşılığı olmalıdır, Ben bunları çocukluğumda müdür babamın hayat mektebinde öğrendim. İmrenerek ders aldığım büyüğüm, mülayim kişinin elini tutsa, kolunu kökünden koparmazsa adam değilim. Misafir olduğumuz hane sahibine, diyeti olduğunu duyurmadan geçemez, doktorunun etli/tatlı/sütlü yiyeceksin tembihini sokuşturmadan rahata eremezdi. Tabi bunu dile getirirken kıs kıs gülümser göbeği inip inip kalkardı rahmetlinin.”
Duyumlarını ezberlediği halinden belli olan beyzade, kendisini müdür oğlu müdürüm kasıntısıyla teşhirden de geri durmuyordu. Dudağındaki kürdanı gevelerken âlemin nazarında düştüğü rezilliği görmezlikten geliyor, çakaralmaz cinsinden daktilosunun başında tahta iskemlesinden çıkan rüşvet gıcırtılarıyla böbürlenmeye devam ediyordu. Köylerin rutin ziyaretlerinde, konaklanacak ev daha önceden belirlenir, elbette ki hediyelerden çöplenen şoför de gireceği avluyu iyi bilirdi. Araçtan inildiğinde henüz ilkokul çağındaki çocuk yalandan bir ağıt tutturur, kafasına yazdığı senaryo gereği sümüğünü çekmeyi sürdürürdü. Ufaklığın azarlanmasına engel olan evsahibine hindi için gözyaşı döküldüğü hissettirilirken, arabanın arkasına ayakları bağlanmış hayvanla birlikte torbayla yemlik buğday konulması beklenen olaydı. Geri dönüşte çuval zahirecide paraya çevrilir, kızartılan cukkanın yanında rakı olarak yerini alırdı.
“Kartal kanadını tartanı bilir/Kırlangıç siyeci çörteni bilir/Bülbülün gül için telaşı başka/Akbaba sofradan artanı bilir.”
Bu tipler atalarından miras kalan davranışları, yaşam biçimi haline getirmişlerdir. Aramaya gerek yoktur, şöyle bakıldığında onlar kendilerini belli etmeden dur(a)mazlar zaten. Her ne kadar köstebekçe yaşayanları olsa da! Bir de kurnazları vardır, tilki cinsinden gelen bu yaratıklar ulaştıkları mezrada “gönlümüz iki böbrek bir dalak ister” türküsünü söylemezlerse geberirler.
E-eee iki üç hanelik yerleşim alanında kasap bulunmaz, hani bir mesel vardır ikram için; “ağanın eli tutulmaz, akçeyle satılmaz…”
ŞAKA DEĞİL
Çiftçi tarladan bihaber
Cırıklar birbirin yiyor
Kulaç atar kabak biber
Sırıklar birbirin yiyor
İtler güvensin tasmaya
Domuz dadandı asmaya
Dükkân açıldı yosmaya
Kırıklar birbirin yiyor
Utanmazlar yapar şaka
Edep erkân oldu kaka
Bulutlar vermez sadaka
Karıklar birbirin yiyor
Parmaklar sanki tezene
Başlar bükülür ezene
Ayaklar uydu düzene
Çarıklar birbirin yiyor
Soytarılar sanki deha
Söylenecek ne var daha
Vicdanlarda şerha şerha
Yarıklar birbirin yiyor
Beybabalar para aklar
Çete doldu tüm sokaklar
Yağ tuluğu karnı toklar
Arıklar birbirin yiyor
Gençliğe verip narkozu
Üçkâğıtçı tutar kozu
Tilki götürür horozu
Ferikler birbirin yiyor
Yusuf Özcan yapma hata
Sözler somun dil cıvata
Sübyanlar alır avanta
Moruklar birbirin yiyor