“Ateşi ısladım suları yaktım/Ardından alazın keyfine baktım/Ansızın akmasa gözüm yaşları/Oturup bir güzel ağlayacaktım.
Sessizlik yalnızlığımı süslediğinde; hasret türküleri “ninni” olur mahmurluğuma, hayallerim sallanır salıncaklarda. Güneş sahte, ay riyakâr, ne biri erken batar, ne öteki geç doğar, görünmez eller ip takar düşüncemin boynuna, canhıraş çığlıklarla uzanırım umutların koynuna. Sükût hapsindeyim, kelepçeli dillerim, ecelle helalliğim bitmedi, ne ben onu, ne o beni terk etmedi, gönlümün kuyusundan bakraçlarla şiir çekerim her gece. Yanaklarımın ıslaklığı ayıbımsa ne edem, kınayan kınasın, koca adam ağlamazmış ha? Yine de öyle bilin, vakarsız sırıtmaktansa, vakur durmak yeğdir.
Su, ateş ve ahlak gurbete gitmeye karar vermişler, sohbet esnasında birbirlerini yitirdiklerinde nasıl bulacaklarını tartışmışlar.
Üzeri küllü; “nerede bir duman görürseniz beni orada bulabilirsiniz” demiş.
Sıvı, “şırıltıya gelirseniz boşa vakit geçirmemiş olursunuz” cevabını vermiş. Ahlak ise; “beni bir kere kaybederseniz daha da erişmezsiniz yorulmayın!” tebliğini ilettikten sonra yola koyulmuş.
İnce ince
Bazen bir mendilden bazen de mektup
Yayılır yanağa yaş ince ince
Sicimlerde umudunu kurutup
Gerilir şakağa kaş ince ince
Yürekten dillere düşünce ağıt
Rüzgâra denir ki derdimi dağıt
Kirpikler kalemdir çarşaflar kâğıt
Yaslanır yastığa baş ince ince
Olunca babası evlada muhtaç
Ayağı adımdır karışı kulaç
Nekesin yanında kalma lailaç
Dökülür ortaya faş ince ince
Özcan’ım hasretken yağmura yaşa
Ocağa köz dendi mangala maşa
Yolcular geçerken etsin temaşa
Anlatır halini taş ince ince