“Kuru gönü tenekede ıslarım/Boz davula sırım çeker süslerim/Ben yârimi çerez ile beslerim/Daha dolanmadık yedi köyüm var” diye çomağı kasnağa şevkle vuran abdal, her düğünde kızları gözaltından çaktırmadan süzmektedir.
Ritim tutmakta mahir olduğu kadar, sessinin güzelliği ve yakışıklı oluşunun da farkındadır. Halay çeken kızların arasında Hatçe’nin aklı arada bir bu uşağa takılıp bakışlarından yüreğine ince bir sızı inerken, gönlünü zapt edemeyişine yanmaktadır.
Sürmeli ceylan varlıklı, güngörmüş bir evin kızıdır. Kapılarında çifte çifte sürüler, çatal çatal inekler, günlerce tırpan sallanan tarlaları vardır. Yokluğu hiç tatmamış, el bebek/gül bebek büyümüştür. Ambarlarından buğday, çavdar, darı; kilerlerinden çuvallar dolusu bakliyatlar, çanaklarından peynirler ve kuru etler asla eksik olmamıştır. Kendisine ders veren hocalar kapılarını hep aşındırmış, bilgili bir genç olarak yetişmesine gayret edilmiştir.
Bunca güngörmüşlük içinde, o yüreğine laf anlatamayıp kendini mutsuzluğa mahkûm etmiştir. Ser’ini (başını) dönülmez bir yola salarken, karasevdaya düşeceğini hesap etmemiştir. O artık davul sesiyle yatıp kalkarak, bütün düğünlerin önemli okuntucusu (davetlisi) olmuştur. Nerde bir toy duysa onun sesiyle yaşamaya başlamıştır.
Genç müzisyen de bu işin farkına vardığından beri başka köylere gitmemiştir. Nihayet, kalabalıkta tekler seçilemeyen bir akşam, konuşup kavil keserler. Evlenmelerinin törelere uygun görülmeyeceğini bildiklerinden, kaçma kararı alırlar. Belirlenen bir kına gecesinde el ele tutuşup karanlıklar içerisinde kaybolup giderler.
Kafesten uçuşun haberini alan aile, “kendi etti, özü çeksin” diyerek kaderlerine razı olurlar. İki sevdalı, delikanlının yaşadığı yöreye ulaşmanın hazzını yaşar özgürce. Taze gelin gözleri yuvasından fırlamış halde, etrafta bir ev, bir bina aramaktadır ama nafile. Hane diye barınılan yer bir mağara (in),obanın yaşadığı merkez ise kaya kovuklarıdır. Gözükara yiğidin ataları burayı mesken bilmiş, en güzel nameler burada öğrenilerek ustalar yetişmiştir. Obalarına gelin geldiğini duyan aşiret büyükleri toplanıp kendilerine göre bir düğünle gençleri dünyaevine sokarlar.
Varlıktan yokluğun pençesine düşen Hatçe Kız, perişandır ama sevdası hepsine baskındır. Kendi çizdiği oyunda ayaktaşı oynamaya mecburdur artık. E-ee her gelinin bir kaynanası olmaz mı? Öyle bir sert kaya vardır ki darısı düşmanların başına. Yufka yapmak için taşın üstünde hamur yoğuran dili dikenli kadın; “Gelin, çabuk bir tutam tuz getir!” diye seslenir. Kilere, mutfağa alışık olan kınalı kuzu, inin içinde şaşkın ördek gibi dolanıp durur, elleri boş, başı eğik “bulamadım, yerini bilemedim hatun anam” deyince, kızgınlığını yenemeyen kadın, “görmediğin kızı, sen neyi bilirsin, de hele! Göğ (mavi) çaputta çıkılı/duvarın kovuğunda sokulu” der hiddetle…
Hatçe, kulaklarını burgu burgu delen bu sözlerin ağırlığı ile tuz aramaya giderken, bakışları geldiği yolların kesiştiği noktada kördüğüm olur manasızca…
Şöyle bir atasözü geliverir hemen akla: “Görgülü kuşlar gördüğünü işler, görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler!”
Gelin Kız
Toprağıma bahar ile yürüyüp
Başağıma düzüm oldun Gelin Kız
Umudumu duman duman bürüyüp
Son mevsimim güzüm oldun Gelin Kız
Hayallerim dönüşürken sarıya
Yol dayandı vara vara yarıya
Bakar oldum dönüp dönüp geriye
Nöbetteki gözüm oldun Gelin Kız
Fer mi koydu şu yolların bükümü
Biri çıkıp hafifletmez yükümü
Hazan vakti başlar yaprak dökümü
Ciğerdeki sızım oldun Gelin Kız
Kar düştükçe sakalıma saçıma
Bir burukluk çöreklenir içime
Hayalimde girip türlü biçime
Dilim dişim sözüm oldun Gelin Kız
Gâvur dağlar kavuştursa arayı
Mamur olur Özcan’ımın sarayı
Bir gülücük bitiştirir yarayı
Müşkülüme çözüm oldun Gelin Kız