“Kartal kanadını tartanı bilir/Kırlangıç siyeci çörteni bilir/Güvercin sığırcık can telaşında/ Akbaba sofradan artanı bilir”
Nekes insan sadece nefsini düşünür. Yüce Yaratan bonkör insana daha çok verir. Gerek işadamı, gerekse çoban, paylaşmayı bilmiyorsa eğer, kendinin sandığı emanetler gün gelip tarumar olacaktır. Bir dilim ekmeği, bir yavan aşı paylaşanlar ise mutlaka mükâfatlandırılacaklardır. Çünkü Allah cömertleri sever, kulları da öyle…
“ O beldede açlıktan ölen bir kişi dahi varsa eğer, ister inançsız, ister kitapehli olsun hiç kimse kendini kurtarmaz” diyor mukaddes kitap. Kimileri çeşitleri beğenmezken, bazıları da çöpten ekmek toplar. Boynu bükükler, elleri duada bir umuda gözyaşı dökerlerken havyarcı ağalar, masada şişe döndüren matmazeller, büyülü yaşantılarına gözlerini bile kırpmadan “garipleri” sermaye etmenin onurunu yaşamaya devam ederler ne yazık ki! Haklı haksızdan mutlaka bakiyesini alacaktır, Mevla’nın sözüdür bu.
Üç kısım insan varmış: Kendi için kazanıp harcayan, biriktirirken paylaşan ve cepleri sırtında olanlar. En kötüsü sonunculardır işte. Yemeyip içmeyip nefsinden artıran tamahkârlardır onlar.
“Karıncanın ömrü boyunca biriktirdiğini deve gelip bir avurt edermiş”
Eli cebine gitmeyenler ya da cebinde akrep taşıyanlar bu tayfadan sayılırlar ve “mal sahibiyim” diye övünürler. Şöyle geriye baktıklarında ya bir hayırsız evlat veya eloğlu onların canı için yer, içer, gider; yemeyenin malını yerler yani. Yoksulları düşünmeyen bu güruh, ne kurban kesmeyi bilir, ne de hayır işlemeyi. Açlıktan ölen komşusundan haberi bile olmaz. Kendisi rakı sofralarında bonfile yerken, yılda bir kez kesilen kurbana katliam damgası vurur. Kursağına et düşmemiş fakirleri edebiyatına konu ederken, hayvan haklarını korumanın haklı gururunu yaşar. Oysa bölüşmenin en başında sevgi ve sonunda mal olmalıdır. Yaşanılan bir olay şöyle gerçekleşmiştir.
Ermişlerden birisine sormuşlar:
“Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” Bakın göstereyim demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememişleri çağırarak bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuş yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından bir metre boyundaki kaşıklarla derviş gözükmüş. “Bu kaşıkların sapından tutup öyle yiyeceksiniz” diye şart koşmuş ama. Peki diyerek içmeye teşebbüs etmişler. Fakat kaşıkların sapı uzun olduğundan döküp saçmaktan başka bir şey yapamamışlar, neticede sofradan aç kalkmışlar tabii ki. Piri fani bunun üzerine “sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım bir de” diyerek ayağa kalkmış. Yüzleri aydınlık, gözleri güvenle gülümseyen kişiler yerlerini almışlar. “Buyurun Hakk sofrasına, afiyet olsun “denmesiyle her biri uzun saplı kaşığı çorbaya daldırarak karşısındakine sunmaya başlamış, böylelikle herkes doymuş elbette. Besmeleyle oturdukları siniden şükürle kalkmışlar. Gönül gözü açık olan insan; “kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır, her kim ki kardeşini düşünür ve doyurursa mutlaka karşısındaki tarafından doyurulacaktır, şüphesiz şunu da unutmayın:
“Gerçek pazarında alan değil, veren daima kazançlıdır” diyerek çekip gitmiş.
Sözün özü: “Veren el, alan elden üstündür” kelamını ibadet bilmek hoş değil midir?
Oğul
Nefsine hâkim ol yüksekten bakma
Yaratan katında hoş olmaz oğul
Vermeden ekmeği başına kakma
Gönülsüz lokmadan aş olmaz oğul
Sevgide cömert ol zulümde cimri
Böyledir bilesin Allah’ın emri
Gururla besleme emanet ömrü
Ayaklar olmadan baş olmaz oğul
Kaşıkla verip de kepçeyle alma
Hakkına razı ol kul hakkı çalma
Minneti bekleyip kusura kalma
Duvarda heliksiz taş olmaz oğul
Dağların kuşlara inadı yoktur
Sürünür yılanın kanadı yoktur
Kimsenin yarına senedi yoktur
Habersiz gelmeyen kış olmaz oğul
Kazan kalkar yanan ocak söner ha
Baykuş gelip sarayına konar ha
Verir alır Mevla’m kulu sınar ha
Başlara gelmedik iş olmaz oğul
Atmadan adımı önünü düşün
Beklerken yarını dününü düşün
Vururken mazluma sonunu düşün
Kanadı kırıktan kuş olmaz oğul
Sararken yarayı akıtma kanı
Kısmete sebep ol, kesme imkânı
Hizmete seferber eyle Özcan’ı
İnşallah sonumuz boş olmaz oğul