Arkadaşlık, ahbaplık, endişeden uzak, samimi temeller üzerine kurulmuştur. “Hâlbuki yoldaşını bırakıp kaçanların/Değişilir topu da bir sokak kaltağına.” Günü kurtarma peşindeki bukalemunlar bu töreyi elbette bilemezler, onlardan beklemek de gaftır zaten. Yumuşçular velinimetlerine nökerlikle vazifelidir. Baba Ertaş; “Şahin kocasa da vermez avını/Aslı kurttur, kurt yavrusu kurt olur” bozlağını nidalarken dedem de; “osuruklu kancıktan kurtçu mu doğar” diyerek parmağını bastı bağrıma.
Bu bağlamda Hakk’a inanan, doğru bildiğince yaşayan yarenimin davranışıyla odaklı, yaşanmışlığı nakledeceğim.
Şehrin batı yakası, neredeyse tüm ressamları barındırıyordu. Mahalledeki viranlardan birinin üçüncü katında iki kız kardeş stüdyolarını açmıştı. Alttaki yaşlı komşuları da aynı meslektendi. Zamanla gençlerden büyüğü zatürreeye yakalandı, günden güne erirken, pencereden parka bakarak mırıldanıyordu. Kulak kesilen küçüğü, “dokuz, sekiz ardından yedi” dediğini duydu, merakla cama dayandı. Böyle geriye doğru sayılacak ne vardı acaba? Görüntüde, evlerinin benzeri tuğla yığını ile onun boyuna ulaşmış yaşlı çınar ağacından başkaca yoktu.
Ufaklık ablasına; “neyin var” diye sordu. Hasta duyulur duyulmaz; “altı, beş, gayri hızla düşüyorlar. On beş gün önce yüz elliden fazlaydılar, rakamlamaktan yoruluyordum, aceleciler işte, noksanlaşıp işimi kolaylaştırdılar. Ağacın dallarında son iki çift hazan kaldı, onlarla birlikte ben de gideceğim” deyince küçük kız, çorba sundu ve saçmalamamasını tembihledi. Titreyen abla ikramın farkında bile değildi. “Aha biri daha düştü, sonuncusuna eş olacağım” mırıltısıyla daldı gitti.
Küçük kardeş hasta yarı baygınken, ihtiyar komşularına koşup durumu anlattı. Gece boyunca gök delinmiş, doğanın asiliği şahlanmıştı sanki. Şafakla beraber uyanan çaresiz, halen devam eden fırtınaya göğüs geren son yaprağı görünce şaştı. “direniyor ne hikmetse” derken, yağmur şiddetini artırmış, bulutlar kudurmuştu. Dinginlik tülünü gerdiğinde, son yaprak direncinden bir şey kaybetmemiş haliyle gülümsüyordu
Durumu izleyen hasta, “teslimiyet acizlik, ölümü istemek günahtır. Rabbim yarattı, ancak o çağırınca gidilir, çorbamı getir bacım” sözleriyle doğruldu. “Ablasının taamını sunan çocuk;” kapıcı dairesindeki resimci amca zatürree imiş, yoklayıp geleyim” diyerek çıktı. İki bedbini hastaneye kaldırırlar. Ertesi gün Doktor;''Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız''müjdesini verdi.
Ressam Amca iki gün yoğun bakımın akabinde ölmüş. Ziyaretine gelen yeğeni, sırılsıklam ve bitkin bulmuş. Öyle korkunç bir gecede nereye gittiğini araştırınca, hala yanan gemici feneri ile çamurlanmış portatif merdiven, kıllarında hazanın renkleriyle ağlayan fırçalara rast gelmiş. İşte o gazelin hayata tutunma gizi böylece çözülmüştü. Güngörmüş çizdiği resmi çınara, ümitsize de hayat bağlamıştı.
Kocabaş
Birisi gıdıkçı diğeri gerdan
İncikleri çıtır arar kocabaş
Birinin eser yok yüzünde nurdan
Sürünmeye Itır arar kocabaş
Birisi cıvıktır olamaz katı
Diğeri pusuda bekler fırsatı
Birisi beğenmez bulsa kıratı
Köroğlu’nda katır arar kocabaş
Birisi her daim kendini över
Diğeri kör topal ne bulsa döver
Birisi beş vakit hocaya söver
Mum yakmaya yatır arar kocabaş
Birisi geçtiği yolları kazar
Diğeri tor tosun çabucak azar
Birisi şiiri helâda yazar
Peçetede satır arar kocabaş
Birisi hatiptir kendinden geçer
Diğeri ya garip ya taze seçer
Birisi tırpancı ekmeden biçer
Gönül kırar hatır arar kocabaş
Birisi tel ile safları avlar
Diğeri kandırıp toyları tavlar
Birisi değmezse mutlaka havlar
Teneşirde natır arar kocabaş
Birisi perdahsız çayıra çıkar
Diğeri masada kaç kişi yıkar
Birisi hırsından dişini sıkar
Özcan’ıma satır arar kocabaş
Şamar oğlanları, çeşniciler, haremağaları, zülüflü çeriler, halayıklar, cariyeler; siz ahde vefayı ne bilirsiniz, ölüm hak, ecel gelsin…