“Yahşi yamana kaldı/Ahir zamana kaldı/Danalar arpa yiyer/Atlar samana kaldı. Bu dünya arsızındır/Cehennem hırsızındır/Nerde bir güzel görsem/O da şu nursuzundur. Çorbası tuzsuz felek/Bağı hudutsuz felek/Bana isteyin yaptın/Bak bre namussuz felek” Âşık Reyhani
“Dalkavukluk, devlet adamlarının çevresini saran çemberdir” Mektebi, kursu bulunmayan yalakalık müessesesi, her devirde mezunlarını yetiştirmekte gayet mahirdir. Dünya devletlerinin tüm kademelerinde de önceliklidirler üstelik. Zatı muhteremlere kim ölmüş, kim kalmış önem arz etmez. Çıkara daima namzettirler, hem de mumla aranırlar. Çünkü gâvurun da Müslüman’ın da topuna “maşallah” çekme de emsalleri yoktur. Değişmeyen kaide dün böyle idi, bugün de aynı, yarını meraka ne hacet. Bazı makamcılar ise bunlarsız yapamazlar, koltuklarına bu güruhun cibicik marka zamklarıyla yapışırlar, çıkar halkaları böylelikle zincirleşir, yaratılışdan bu yana devamlılığı sürer gider.
Bu bağlamda; Tazılar sağa sola boşa perma yapadursun, sülün avındaki padişahlarını koşuşturma ve eziyetten kurtarmak, özellikle de göze girmek maksadıyla av uşakları önceden kafesledikleri zavallıları hedefe sürerler. Hünkâr her atışta ıskalarken, dünya güzeli kuşlar özgürlüğe kanat çırparlar.
Devletlû; "Heyyt isabet var mı!” diye ünleyince, dalkavuk öncüleri; “şu koca dünyada hayat bağışlamada sultanımızın eşi benzerine rastlanmaz, Rabbim merhametini katmerlesin!” diye yılışır.
Dalkavuk
Yüzyüze gelince sırıtıp durur
Arkadan söz eder vay şu dalkavuk
Eğilir bükülür kırıtıp durur
Usulca göz eder vay şu dalkavuk
Kaynar suyu iki lafta soğutur
Değirmende fitne fesat öğütür
Hayırlı ya kutnu kumaş dağıtır
Astarı bez eder vay şu dalkavuk
Yan gelip de döşenirse beleşe
Kuş kondurmaz önündeki üleşe
Mümkün müdür bir gariban kül eşe
Mangalda köz eder vay şu dalkavuk
Her sözü irtikâp her lafı yalan
Dededen toruna verese kalan
Özcan’ın yolundan çığırı çalan
Çukuru düz eder vay şu dalkavuk