Taziyeye gidenler önce kendi ağıtlarını yakarlarmış. Gülünecek halimize ne demeliyiz acaba? Doğaya destanlar dizerken yılbaşı uğruna kıymadık fidan koymuyoruz. Kurban Bayramı’nda hayvan katliamı yapılıyor diye bas bas bağrınıp dövünürken, Noel Baba’mız küsmesin, aman onu kızağında rahat kaydıralım adına koparmadık hindi kellesi bırakmıyoruz, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
Hiçbir gayrimüslim ülkede Kurban, Ramazan, Muharrem veya Nevruz geliyor diye heyecanla hazırlanılmazken, bırakın onu tarihleri bile bilinmezken, her ne hikmetse toplumumuzda onların özel günlerine ya da yortularına nerdeyse aylar öncesinden görülmeye değer bir telaş yaşar hale geldik.
Günümüzde ezan okunurken, bir Nebî ya da Türk büyüğü anılırken gerekli saygı gösterilmiyor, üstelik de ukalalık derecesinde hafif davranışlar sergileniyorsa, Salamon ile Hans’tan ne farkımız kalır ki? Bu işte bir terslik var demek tir o zaman da.
Yeni yıla girerken, kim neyine kırmızı don alıp kıçına giydirir ya da başına bere diye geçirir veya boynuna atkı niyetine dolar beni ilgilendirmez, söz konusu davranış, kişilerin özanlayışını belirler sadece. Kendilerini medeni sayan vampirlerin, başta Filistin, Irak, Afganistan ve dünyanın diğer ülkelerindeki masumların dökülen kanlarının renginde olduğundandır ki onların dükkânlarında daha çok satılmaktaymış bu altgiysileri!
Geçmiş ve gelecek keyfine kadeh kaldırmadan önce, şayet ömrümüzde bir kez olsun şahadet getirdiysek eğer, kıbleye yönelip giden üç yüz altmış beş günün muhasebesini yaptıktan sonra on iki ay için hayır dileklerinde bulunalım. “Sana mı düştü?” diyenlere sözüm yoktur, bilincindeyim tabi ki. Hele de çamcılar, Allah korkusu tanımayan yaratıklar, bir günlük zevklerini tatmin etmek için kestikleri yeşillerin her bir yanına rengârenk çıngıraklar iliştirip mumlar yakarlarken, çıplak bırakarak üşümeye terk ettikleri dağlarımıza ve gelecek nesillerimize nasıl hesap verecekler şaşarım?
Vatanımıza-örf ve ananelerimize sahip çıkmazsak, sonumuz hüsran olacak…
Başkalarının inançlarına saygım sonsuzdur, lafım kültürümüzden sürekli uzaklaşan-yozlaşmak için adeta çırpınan bizimkileredir. Vatanımıza-örf ve ananelerimize sahip çıkmazsak sonucun hüsranla biteceğini, gün gelip bir İsrail’in de bizim karşımıza çekinmeden dikileceğini bilmeliyiz kuşkusuz. Bu bağlamda bir öykü geldi aklıma:
“Köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşımış. Sonunda dana büyüyüp koca öküz olduğunda onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikâyeyi kim uydurduysa alışkanlığın ne büyük güç olduğunu anlamış olacak. Gerçekten alışkanlık çok yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaşça sinsice içimize ilk adımını atar. Başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçakgönüllüdür ama oraya yerleşip kökleşti mi öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.”
Kısacası: Öksüz kuzuya kına çalarlar ki kim emzirirse ona gitsin diye, bizim özentimiz de ona benziyor işte!
RUŞEN’İM
Pay umup da haksız mala uzanma
İş erbabı ehil olur Ruşen’im
Haram helal sorup düşman kazanma
Bunlar Ebu Cehil olur Ruşen’im
Yürü dur, kalk otur en güzel iştir
Ekmek peynir soğan ne güzel aştır
Azıcık bunları sorup araştır
Ya deli, ya cahil olur Ruşen’im
Düşme sakın bu güruhun diline
Çamur alır kalem diye eline
Baba biner garibanın beline
Dede torun dâhil olur Ruşen’im
Bunlar vatan için albayrak açar
Bunlar sülalece askerden kaçar
Bir şehit görseler ön safa geçer
Coşar gözü sahil olur Ruşen’im
Özcan’ın yaptığı hataya bakın
Bunların semtine bulunma yakın
Bir lokma isteme bunlardan sakın
Sonu tarla tahıl olur Ruşen’im