Kalenin yıkık burcu/Dibinde gezmez Burcu/Bir demet gül topladım/Kokmuyor burcu burcu
Birlikte büyümüşler, her türlü sırlarını paylaşmışlardı. Hani, “yedikleri içtikleri ayrı gitmez” derler ya, işte öylesi bir şeydi onların dostluğu da… Hatta Mahmut ile Ahmet’in elinden gelse o da olacaktı. Okudular ve aynı şehrin bir beldesinde kader buluşturdu ikisini de. Kafadarlar çok mutluydular bu tesadüften. Dert ortağıydılar artık. İdealist girişimcilikleriyle hemencecik para biriktirme ve fakir ailelere yardıma karar verdiler.
Mahmut’un istememesine, diretmesine karşın Ahmet’in erken evliliği, omzuna birtakım yükler, sorumluluklar bindirmişti. Mahmut, arkadaşını kırmamak adına her seferinde değişik mazeretler uyduruyor, onun evine gitmemek için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Akşamları iki kadeh içmek, felekten gün çalmaktı onlar için…
Ahmet, o gece arkadaşına emrivaki yaptı. Mahmut’un ayakları bir ileri iki geri gidiyordu âdeta, derdini anlatamamanın sıkıntısı alnında tomurcuklanmıştı. Eskiden olduğu gibi masa kuruldu, mezeler hazırlandı, sadece su yoktu sofrada. Ahmet, mutfaktaki eşine; “Hanım, soğuk su getirir misin?” diye seslendi. Planını gerçekleştirmek amacıyla önceden tüm suları bilerek boşaltan evin kadını; “Bey, evde su kalmamış, bir koşu çeşmeden alıp geleyim” dedi haince. Akşam karanlığında kocasının bu teklifi geri çevireceğini iyi biliyordu aslında. Olayı derhal kavrayan Mahmut, ayaklandı; “ben getireyim” dedi, ama ev sahibi izin vermedi, bidonları alıp hızlı adımlarla yürüdü. Ahmet’in kalkmasıyla birlikte Mahmut’ta bahçe kapısından dışarı çıktı.
Suyu getirinceye dek Ahmet’i sokakta bekleyen Mahmut, masaya yeniden onunla birlikte oturdu. Ahmet hiçbir zaman arkadaşından kuşku duymadı ve Mahmut da bu güveni asla sarsmadı.
Mahmut, hiç vakit kaybetmeden ev sahibesine ders vermek maksadıyla su istedi ondan. İlk bardağı içerken seslice: “su nimettir, berekettir, Yaratanın ikramıdır” dedi. İkinci bardağı yere dökerken yüzüne dik dik baktı: “su bazen felakettir” diye izin istedi can yoldaşından.
Hüzzam
Kanadı kırılan gönül kuşunun
Dolanıp girdiği dar mekân oldum
Örüğü duvaklı dağlar başının
Buzdan sarayına camekân oldum
Sabâ’ya imrendi mahurla hüzzam
Haraba el açtı devri muazzam
Şiire sırt döndü şairi azam
Kirpikte yaş idim amma kan oldum
Umut ektim hüsran verdi toprağın
Muradına böyle erdi toprağın
Benim ile neyse derdi toprağın
Kendi vatanımda lâmekân oldum
Sevda ocağımda tütmedi duman
Yorgun şarkılara küskündür keman
Yar dilinde tesbih idim bir zaman
Şimdilerde falan feşmekân oldum
Özcan’ıma davran haydi diyordum
Yorumsuz düşlerle kendimi yordum
Sınırsız komşusuz bir devlet kurdum
Aşkın ülkesine başbakan oldum.