Kültür ve sanata düşkün arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi, Troya’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girişinin 20.yılı olan 2018 yılı, “Troya Kültür ve Turizm Yılı” olarak belirlendi. Bu durum, antik kentin ve çevresinin yurt ve dünya çapında tanıtılması için yeni bir fırsat yaratılarak bir dizi etkinlik düzenlenmesine de vesile oluyor.
Biz de de ATAV (Antalya Tanıtım Vakfı) sonradan devreye girerek aynı yılı bu kez “Perge Yılı” olarak ilan etti. Çok sonradan alınan bu kararın doğru mu yanlış mı olduğunu tartışmayacağım. Sonunda turizme ve kente katkı sağlayacağı için iyi niyetli bir girişim olduğunu kabul ediyorum. Sorgulamıyorum.
Ben, konuya bir başka açıdan bakmaya, değerlendirmeye çalışacağım.
2003 senesinde Troya’nın öyküsünü anlatan “İlyada” ve “Odisseus” epik destanlarının yazarı İzmirli hemşerimiz Homeros adına oluşturulan bir ödülün o dönemde henüz daha yaşayan bir başka destan yazarı Yaşar Kemal’e verilmesi konusu üzerinde duracağım.
Homeros ödülü, 2003 yılında, Çanakkale Troya Festivali sırasında Yaşar Kemal ustaya verildi. Ödülü çoktan hak etmişti. Tıpkı senelerce aday gösterildiği Nobel ödülü de hak ettiği ama bir türlü alamadığı gibi.
Verilen ödülü almak üzere Troya’ya gelen Yaşar Kemal, senelerce Troya’yı kazan ve bulgularıyla Helen görüşünü (Uygarlık adına ne varsa Grek uygarlığının yansımasıdır’ı savunan görüşünü) değil, pek çok alanda ilklerin toprağı Anadolu’yu ön plana çıkartan, Anadolu’nun hakkını her zaman teslim eden Prof. Manfred Korfmann’la birlikte gezmiş, merak ettiği konuları uzmanına sorup birinci elden öğrenmişti.
Anadolu sözlü destan geleneğinin ilk örneği Homeros ile, onun adına konan ödülü alan son örnek Yaşar Kemal, bir biçimde ortak bir noktada ve Troya’da buluşmuşlardı. Daha doğrusu Homeros’tan günümüze kesintisiz uzanan bir kültür köprüsü kurulmuştu. Biri (Homeros) Anadolu’nun belleğini oluşturmaya başlamış, diğeri (Yaşar Kemal) onu gururla ve çok güzel başka örnekler vererek bugüne taşımıştı. Yarı yolda katkı koyan, bu halkaları tamamlayan çok sayıda değerli insan olduğu da yadsınamaz bir gerçektir.
Yaşar Kemal’in ödül töreninde yaptığı anlamlı konuşma, kafalara dank etmesi gereken, hiç akıldan çıkartılmaması gereken bir ders gibidir. Anımsatmak istiyorum:
“Avrupa kültürünün temelinde Troya var, İlyada var. Bizler, buraya layık olmalıyız, bu bölgeyi barış yeri yapmalıyız. Homeros bir halk ozanıdır. O bütün çağların en büyük ustalarından bir tanesidir. Bütün dünya edebiyatının temelinde o vardır biraz da. Tabii biz çok iyi tanıdık bu Anadolulu arkadaşı. Bizi de oldukça etkiledi. “
“Hiç olmazsa bir toprakta doğmayı, yerel olmayı, bizler Homeros’u okuduktan sonra öğrendik, o öğretti bize bütün bunları. Homeros için saşılacak bir şey anlatacağım. Ben de saştım öğrendiğim günden bu yana. Homeros için bugüne kadar 40 bin kitap yazılmıştır. Homeros’un etkisinde kalmayan hiçbir yazar yoktur. Homeros, bir edebiyat kültürüdür. Homeros, İlyada ve Odisseus destanlarını M.Ö. 8. yüzyılda yazıya geçirmiştir ve daha sonra ise, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu destanlara kaynaklık etmiş Troya toprakları halen kazılmakta. Buraya canını dişini koymuş insanlar var. Bu gün gördüm o insanları. Osman Bey (*) de onlardan bir tanesi. Korfmann’nin ismini Osman koymuşlar, bu bir sevgidir.”
(*) Prof. Manfred Korfmann, ülkeyi ve bölge insanını o kadar çok benimsemiştir ki, yöre halkı onun asıl adını değiştirip, “Osman Bey” yapmıştır. Kendisi de bunu içtenlikle benimsemiştir. (YAS)
“Troia daha da büyümelidir. Burada seminerler yapılmalı. Dünyanın her yerinden insanlar çağrılmalı. Homeros Vakfı kurulabilir. Bunun adına ödüller koyabiliriz.
Türkiye’de yürekli, memleketini seven insanlar yaşıyor.
Troya bir barış sevenler yeri olsun. Dünya insanlarının yeri olsun. Bakın arkadaşlar, burada taşlar var. O devirlerde yapılmış tiyatronun taşlarında oturuyoruz biz. Yani insanlıktan kalan bir şeyler var burda. Ama bilin ki, en kalıcı olanı Homeros Destanı. Burada İlyada Destanı var. O yıldan bu yana insanlığı besliyor bu destan. Ve bizler ise, bu dönemde kültüre çok az önem veriyoruz. Bizim Karacaoğlanımız var, Yunus Emre’miz var, Pir Sultan Abdal’ımız var. Yani Anadolu, bin çiçekli bir kültür bahçesidir. 50 yıldır söylüyorum. Dünya diyorum, bir kültür bahçesidir. Avrupa kültürünün temelinde Troya var, diyorum. Homeros var demek, daha doğrusu. Biz buraya layık olmalıyız, burayı yeşertmeliyiz. İnsanların barış yeri yapmalıyız burayı. Homeros ne kadar savaşı anlatmışsa da, destanı, barışı amaçlayan bir destandır.”
“Dünya kültürünün başında Homeros gelir. O da bizdendir. Bizler bunu dünyaya daha iyi anlatmalıyız. Bir zamanlar “folklor şiire düşman” dediler. Hiç doğru değil. Çünkü bizler Homeros’u taklit ettik. Taklit zararlıdır, ama Anadolu kültürüyle beslenmek de bizim işimizdir.
Bir kez daha söylüyorum. Dünya kültürünün başında Homeros gelir. O da bizdendir. Bizler bunu dünyaya daha iyi anlatacağız”.
Yaşar Kemal’in dedikleri sizlerce deders gibi değil mi?
Dışlamak yerine, sahiplenmek ne güzel duygu! Ötelemek yerine benlenmek ne doğru iş! Olaya duyarlı biçimde Yaşar Kemal gibi bakabilmek ne uygarca iş!
Yaşar Kemal gibi bu yolun yolcularına selam olsun. Dünden bugüne köprü kuranlara, sanatı uçurtma kuyruğu gibi birbirine ekleyerek engin göklerde uçuranlara, iyi niyetle çaba gösterenlere, Homeros’un devamı olmaya gayret edenlere selam olsun. Anadolu’yu hak edenlere, kuyruklu yıldız gibi arkalarında iz bırakanlara sanat adına kucak dolusu “MERHABA”!
NOT: Konuşmayı o dönemde kayda alan Rüstem Aslan’dır. Konuşmayı belgediği için kendisine ANSAN sanat camiası olarak teşekkür borçluyuz.
Yazının başında Perge yılından da söz ettin, Perge yazının neresinde, patlamayacaksa duvardaki silahtan neden söz ediyorsun diye sorabilirsiniz Anton Çehov gibi.
Perge de bir başka imza, Akdeniz’e atılmış. 1940 senesinde İsmail Hakkı Tonguç enstitü kurmak üzere Antalya’ya geldiğinde değişik seçenekler arasından son karar olarak Perge yakını Kocabelen tepesinin eteklerini seçer. Ve “Pergeliler buraya 2 bin sene önce kendi uygarlıklarını kurmuşlar. Biz de buraya iki bin sene sonra bir Türk uygarlığı kuracağız” diyerek işe koyulur.
Denilen yapılır, bozkırın çocukları, ele güne muhtaç olmadan kendi okullarını kendileri yaparak, çatılarını kendileri çatarak, bahçelerini ağaçlarla çiçeklerle süsleyerek binalarını yükseltirler.
- geçer, enstitüler aymazca ve akılsızca kapatılırlar. Bizler ise, bugün birer eğitim siti olarak kabul edilen o binaları değil korumak, muhafaza etmek, tam tersi yıkılıp yok olmalarına göz yumuyoruz. Yani geçmişe bir ihanet sözkonusu. 2018 senesinde uygarlıktan anladığımız bu mu? Yeri gelmişken sormadan edemiyoruz. İçimiz üzülüyor.
Perge bu yatırımla daha 200 yıl kazının tamamlanmasını bekleyecek, 4. kazı başkanını eskitiyor şimdi, daha 20 kazı başkanı daha eskitecek. O zamana ne kadarı kalacak, o da belli değil. Perge yılı da hepimize hayırlı olsun.