Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel medyada; cadde ortasında, üzerine birkaç eski gazete kağıdı örtülmüş vaziyette yatan insan ölüsü görmeyelim veya bu ölüme neden olan caninin gözleri yerlerinden fırlamış, nefret ve kinle, polis ya da jandarma eşliğinde götürüldüğünü gösteren görüntüleri görmeyelim.
Neden bir türlü insan olarak öldürme tutkusundan kurtulamayız. Son zamanlarda ağzımızdan çıkan her cümlenin arakasından ölmek veya öldürmek sözcükleri sıralanıyor.
Olağan üstü bir tahammülsüzlük, biten hoşgörü ve tüketilen sevginin yerini kin nefret ve vahşet aldı.
Öfkeleniyoruz, öldürüyoruz, seviniyoruz ve maganda kurşunlarıyla yine öldürüyoruz. Gencecik yaşamlara, yaşamlarının baharında canına kıyıyoruz.
Kadın için, erkek için veya namus için kıskanıyoruz. Töre diyor katlediyoruz. Bizden sizden diyerek acımasızca bombalıyoruz. Bir milyon masum insan öldürülürken bunların arasında bulunan elli bin kadın ise eşlerinin gözü önünde ırzına geçilmek nedeni ile öldürülüyor. Bunun da adına günümüzde savaş diyoruz, terör diyoruz!
Bu mu insanlık? Hani doğanın en akıllı varlığı insandı? Bir spor olan futbol maçını izlerken bile, ölümü çağrıştıran sloganlarla, ölmek veya öldürmek istiyoruz. Kendimiz için kutsal olan yaşam hakkını diğer insanlara tanıma duyarlılığı faziletini gösteremiyoruz.
İlk çağlardan kalma hayvani dürtülerimizin bugün önüne neden geçemiyoruz? Mağara devrinin ilkel vahşetinin günümüz modern toplumlarında bir grup burjuvaya emperyalist düşüncelere yarar sağladığı için mi acaba?
Kısacası bir şeylerin arkasına sığınıp ölmek ve öldürmek için sudan bahanelere zemin yaratıyoruz.
Doğanın elbette ki vazgeçilmez bir mantıksal düzeni ve kuralı vardır. Bu düzen içerisinde bir tek vahşi hayvanların yaşamlarını ve devamlılıklarını sağlayabilmek için yapmak zorunda olduğu vazgeçilmezleri vardır. İcabında yavrularını bile öldürürler. Hatta güzel gözlü narin yapılı bir ceylanı bile parçalayabilir. Ama bunun mutlak bir sebebi vardır. Yüce Tanrı hayvanlara ayrı bir yol çizerken dört kitabında da insanlara birbirlerine zulüm etmeyi ve öldürmeyi yasaklamıştır.
İnsanoğlu doğanın en gelişmiş akıl, mantık ve duygusallığına sahip canlısıdır. En mühimi duyguların her iki tarafı keskin bir bıçak olmasıdır. Kan davası, mal davası, önüne geçilemeyen ihtiraslar, arzular ve ölümler öldürme tutkusunu kırbaçlıyor ve gönül gözünün istemediği tabular çıkıyor önümüze. OĞUZ DESTANI’nın en güzel örneklerinden biri olan Dede Korkut hikayelerinin bir bölümünde Tepegöz Aydur’un Basat Aydur’dan aman dilediği anda Basat’ın söylediği sözler:
Bre kavat, ağ sakallı babamı ağlatmışsan,
Karıcık ağ börçekli anamı buzlatmışsan,
Karındaşımı Kayan’ı öldürmüşsen,
Ağca yüzül yengemi dul eylemişsen,
Ala gözlü bebekleri öksüz koymuşsan,
Kormuyum seni?
Nefret ve kin duygusu zaman zaman bu mısralarda olduğu gibi tüm insani değerlerimizin önüne geçiyor. Ölenlerin arkasından acı ve gözyaşı ile birlikte dul gelinler, yetimler, öksüzler ve dağılan aileler…
Hep öldürme tutkusunun geride bıraktığı acı manzaralar…
İnsan sevdiği vatanını ya da düşüncelerini savunma uğruna hiç tereddütsüz canını bile verebildiği gibi bir hiç uğruna sebepsiz ve anlamsızca ölüyor ve ya öldürebiliyor da.
İşte bu sırada tanrının olağan üstü varlığı olan insanın ve onun diğer canlılardan en bariz farklılığı olan aklını ne derece kullanabildiği ortaya çıkıyor. İnsan olmak veya olamamak yaşamla ölüm arasında ki ince çizginin anlamı burada yatıyor.
“Yaşamak güzel ama yaşatabilirsen eğer” derken, İnsan olmak her zaman elinizdedir ama kahraman olmak her zaman mümkün olmayabilir.
Sağlık ve Sevgi ile Kalın…
Sağlık ve Sevgiyle kalın…