GERONTOLOJİK BAKIŞ

Adalet ve Adaletsizlik

Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” hikâyesini bilmeyen neredeyse yoktur. Hikâyenin ilk bakışta görünen kahramanı Ömer (herhalde yazarın kendisi) söylediği bir yalandan dolayı acı çeker ve vicdan azabı duyar. Hikâye, genel kanıya göre ufak bir yalanın doğurduğu büyük sonuçları, yani acı, pişmanlık ve vicdan azabını öne çıkarır. Ancak bu genel kanı, bana göre tamamen yanlıştır. Ömer Seyfettin bize bu hikâyesiyle başka bir mesaj iletmek istemiştir.

Hikâye özetle şöyledir: Ömer, kırdığı kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyleyerek, suçu onun üzerine atıp babası tarafından cezalandırılmaktan kurtulur. Ama kardeşi beklenmedik şekilde bir yıl sonra hastalanıp ölünce, Ömer pişmanlık ve vicdan azabı duyar.

Ömer Seyfettin bu hikâyesinde gerçekten - iddia edildiği gibi – insana acı ve azap veren yalancılığın kötü bir davranış olduğunu mu anlatıyor? Bu hikâyeden çıkarılabilecek rasyonel sonuç gerçekten bu mudur? Ömer’in kardeşine iftira atarak hakkaniyetten uzaklaştığı, adil ve dürüst davranmadığı için pişman olduğu kabul edilebilir mi?

Ömer yalan söylediği için değil, kardeşinin ölümü sebebiyle yalanından ötürü vicdan azabı ve pişmanlık duymuştur. Fakat kardeşi ölmeseydi, söylediği yalandan dolayı pişman olacak mıydı? Vicdan azabı duyacak mıydı? Hikâye bu mesajı iletmiyor.

O zaman Ömer Seyfettin bu hikâyesi ile hangi mesajı iletiyor? Hikâye, farklı yorumlara açıktır, ancak yalancılığın acı ve azap getireceği sonucuna varmak, mantıken doğru değildir. Ömer Seyfettin, daha ziyade hakkaniyetsizliği ve adaletsizliği vurguluyor. Ömer açısından bakıldığında, söylediği yalanın dramatik bir şekilde sonuçlanması, yani kardeşinin ölümü bir tesadüftür. Tersi de olabilirdi. Ömer hastalanıp ölebilirdi. Dolayısıyla hikâyeden çıkarılacak ders, “yalancılık kötüdür” sonucu değildir. Ömer ölseydi, hikâyeden şu dersi mi çıkaracaktık: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyimi yanlıştır.

Hikâyeye Hasan’ın perspektifinden baktığımızda, üç somut gerçek ortaya çıkar: Birincisi Hasan suçsuz olduğu halde babası tarafından cezalandırılmıştır; ikincisi Hasan kendisinin suçsuz olduğunu bildiği halde, bunu çevresindeki insanlara ispatlayamamıştır ve üçüncüsü ise Hasan henüz çocuk yaşta ölmüştür.

Dolayısıyla bu hikâyede asıl acı çeken Ömer değil, Hasan’dır. Aslında, Hasan’ın uğradığı adaletsizlikten ötürü ölünceye kadar çektiği acı ve ızdırabı sormak gerekir. Buna karşın suçlu ve cezalandırılması gereken Ömer, kardeşinin ölümüne çok üzülse de, yaşamına devam etmektedir. Zamanın her acıyı dindirdiği söylenir. Ömer’in de acısı ve vicdan azabı herhalde zamanla azalacak ve belki de tamamen dinecektir.

Görüldüğü gibi felsefi “ifade mantığının” temel kuralı olan “yanlış bir varsayımdan her türlü sonuç çıkarılabilir” kuralı, burada da geçerlidir. Hikâyeyi yorumlayanların yanlış varsayımı şudur: “Ömer Seyfettin yalancılığın kötü bir davranış olduğunu anlatıyor.”

Hayır! Ömer Seyfettin Kaşağı’sında adaletin kendiliğinden tecelli etmediğini anlatıyor. İnsanın, suçu olmadığı halde, iftiraya uğrayabileceğini, suçsuzluğunu ispat edemezse, çevresi tarafından ona suçlu muamelesi yapılabileceğini söylüyor. Okullarda okutulan bu hikâyeden öğretmenlerin çıkardığı ve öğrencilerine anlattıkları naif sonuç, yalancı Ömer’in çektiği acı ve vicdan azabıdır. Ömer kahraman değildir. Ömer hikâyenin “kötü adamıdır”. Asıl kahraman ise Hasan’dır.

Böyle buyuruyor Gerontoloji; bizden söylemesi...

Yayın Tarihi
23.06.2023
Bu makale 379 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!