Öyle bir zaman ki bugün, hepimiz yaşam diye, bir kargaşaya tutunmuşuz. Düşüyorum galiba, düşecek miyim, kaygıları arasında, nefes alıyor olmanın yaşam olduğu alışkanlığı ile devam ediyoruz yola. Tek bir nefes için teşekkür etmeli elbette. Lakin, sadece denizi dinleyip, güneşle kesişmek için zaman ayırıyor muyuz kendimize…
Öyle bir zaman ki
O domates iyidir, diyen manavı sorgular olmuşuz. Doktor reçetelerine ticaret karışmış, kaygılıyız.
Aradan on yıllar da geçse dostlar dostça devam edermiş yola. Dün gülümseyen adam, bugün yüzümüze bakmaz olmuş; garip…
Anneannemin, gece yoldan geçen tanrı misafiri için hazırladığı sofraya , kurtlar üşüşmüş. Aradaki insanların boynunda asılı etikette “KERİZ” yazıyor, büyük harflerle.
Öyle bir zaman ki
Tereyağı diye margarin, bal diye bilmem ne yağı yer olmuşuz. Bu bilgiler yeni değil, doğru. Peki tamam da neden hala tepkisizsin? Susuyorsun… Kabul etmişsin… Ne verirlerse onunla yetiniyorsun. Tıpkı bir köle gibi…
Öyle bir zaman ki onca tantanaya rağmen hala Ergenekon nedir, diye google’a soruyoruz.
Gelen bilgileri karşılama ve her birini yanıtlayabilmek adına kaygılanmakla meşgulüz; güneşle kesişmek de neymiş.
Tatlı diye sattığı biberler acı çıkan manava kükreyeceğiz belki de; meşgulüz. Belki de yolda çocuğumuzun başını okşadığını öğrendiğimiz şahısı arattırıyoruz(!)
Muhtemelen bir süre sonra soluğu bir psikolog ya da psikiyatrda alırız; hiç zamanımız olmaz.
Ne denizi dinleyecek vaktimiz var ne de güneşle kesişecek. Sanal alemin içinde gerçeği bulmaya çalışıyoruz. Mümkün mü?