Yıllar sonra Antalya’ya aydın ideoloji hakim olunca, bunun sanata yansımasının da farklı olması gerekirdi, elbette. Nitekim bu yıl diğer yıllara oranla daha coşkulu bir film festivali yaşıyoruz. Yine de ben, sanatta, Subaşı dönemini tek geçerim!
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 46.sı gayet keyifli başladı da o göz neyin nesidir Allah aşkına! Büyükşehir Belediyesi’ni halkla ilişkiler hususunda başarısız bulduğumu daha önce de ifade etmiştim. Tabii burada halkla ilişkilerin, kabaca algı yönetimi anlamına geldiğini ve birçok disiplinden beslenen bir bilim dalı olduğunu belirtmekte fayda var. O göz nedir, o göz… Kimin ya da kimlerin fikridir bu (?)
Yaratıcılıkla alay etmek kimsenin haddine düşmez. Zaten bu göz de çıkış noktası olarak güzel düşünülmüş. Ama sanırım, uygulamada bir hata var. Bu işe kimler emek vermiş, bilmiyorum. Kimin, ne kadar verdiğinin önemi yok; emek verilmiş nihayetinde, saygı duyuyorum. Ancak olmamış. Nereden mi biliyorum; bu göz, halkın bir parçası olan, beni içine almadı. Bende yarattığı tek etki, mide bulantısı. Öyle bir outdoor çalışması ki görmemeye değil, bakmamaya imkan yok. Ve o gözü her gördüğümde midem bulanıyor. Bende kadavra algısı yaratıyor. Evet, garip ama öyle; kadavra görmüş gibi oluyorum. O, göz pınarlarının bulunduğu yer yok mu? Yazmakta dahi zorlanıyorum. Mutlaka bu durumun benim psikolojimle de ilgisi vardır(!)
Peki ya çocukların yorumu… Benimkiler soruyor: anne bu göz neden böyle bakıyor, korkuyorum.
Aslında o göz bakmıyor, beleriyor da çocuklar belermek kavramını tanımıyor. Hıh, işte buldum: belermek! Sıcacık, içine alan, sevgi sevgi bakan bir göz yaratmak çok mu zordu? Bu kadar yakın çekim yapmak zorunda mıydınız? Böylesi yakın aldınız, bari beleren bir göz olmasaydı. Normal baksa da olurdu.
Büyükşehir Belediyesi “biz farklıyız, bakın yeni şeyler yapıyoruz” diyebilme egosunu nasıl yönlendireceği hususunda yetersiz. Biz neden durup durup bu olumsuzluklara işaret ediyoruz? Daha iyi olmasını istiyoruz da ondan!