Emeklemeden yürümek desem belki daha anlaşılır olur ancak ben “ben olmadan biz olmak” demek istiyorum. Aslında bizim özlü sözlerimiz, deyimlerimiz ışığa hep işaret ediyor; insanlar sadece bilebildikleri kadar, vizyonları kadar yorumlamış her birini. Ve bu yorumlar kalıp halinde geleceğe aktarılmış, ara dönemlerde hiç kimse yeni bir sorgulamaya girme zahmetinde bulunmamış.
Emeklemeden yürüyenler vardır elbette ancak istisnadır ve onlar hakkında konuşurken, durumun ne denli alışılmamış, olağan dışı bir mevzu olduğuna dikkat çekeriz. İşte ben olmadan da biz olunmuyor. Olanlara da, daha doğrusu, olabilenlere de sıra dışı adlar takılıyor. Hayatın olağan akışında ben olmadan biz olunamıyor. Ne yazık ki ben olamamışların oluşturduğu bizlerle, kalabalıklarla dolu dünyamız. Kendini tanımayan; neden yaşadıklarını, hedeflerini, amaçlarını bilmeyenler… Kendilerini ne kadar sevip sevmediklerini, duygu tohumlarının ne zaman nereye serpildiğini sorgulamamış olanlar, düşüncelerini beyan edip eylemlerde bulunuyor. Hatta kitlelere hükmedip beraberinde onları da taşıyor. Sözüm ona biz oluyorlar ve bir amaç uğruna yırtınıyorlar. Yırtınmaktan öteye gidilmesi de beklenemezdi…
Kurumlara, işletmelere bakıyoruz… Marka olmak, yayılmak, çok satmak vs. uğruna çaba veriyor her biri. Fark yaratmak çok moda… Hizmette fark yaratmak, üründe fark yaratmak…
Bence çalışanlarında fark yaratmayı öne taşımış olanlar bu yarışı (bu bir yarışsa şayet) başarı ile sonuçlandırıyor; sonra yeni bir başarı adına yola çıkıyor. Bu kurumlar iş görüşmesine gelenlerin takım elbise giyip giymediği ile ilgilenmiyor artık. Nerelerde eğitim aldığından çok verilen eğitimleri ne denli içselleştirdiği ile ilgileniyor. Kişi ne kadar “ben” olabilmişe bakıyor aslında kısmen, farkında ya da değil. Ancak sonuçta başarılı…
Ben olmadan biz olmak mümkün olsaydı Hitler bugün adından sevgi ile söz edilen ya da önünde düğme iliklenen bir adam olurdu…