Hani her şey zıddı ile vardır ya. Hani, “şu değilim, bu değilim” söylemlerinin içi çok boştur. Aslında, hem her şey; hem hiçbir şeyizdir. Şoven yaklaşımları kendime hiç yakıştıramazken… Biran, aslında benim de şoven taraflarım olduğunu farkettim; Antalya’yı yere göğe sığdıramazken buldum kendimi.
Haydi, ne derece şoven olduğuma siz karar verin.
Antalya’da doğmuş büyümüş, dedesinin dedesinden bu yana Antalyalı olan biri olarak; bu şehri yıllarca pek sevemedim. İçimdeki coşkuya, özgürlük aşkıma yeterli gelmiyordu kapasitesi. Yaş otuzlarda tırmanışa geçince de memleket beğenemez oldum, Antalya dışında. Antalya mı büyüdü yoksa ben mi, bilmiyorum ama hiçbir yer bana Antalya kadar keyif vermiyor.
Yeryüzü harikalarla dolu, cennet burada zaten; kabul… Ama kaç deniz var ki kollarına kendinizi korkusuzca atabilesiniz. Kaç deniz var, yüzerken altınızdan geçen balıkları seyredesiniz! Ha, sonra kaç deniz var, elleri sıradağlara uzanan.
Kaç şehir vardır, ruhun her çılgınlığına kısa sürelerde cevap verebilecek.
Sonra… Turizmcilere çok kızıyorum; şikayet etmede süpersiniz ama icraata gelince yoksunuz, diye ama… Kaç şehirde böylesi turizm var! Ne çok değer veriyoruz biz turistimize aslında. Otellerimizin güzelliği, konforu, hizmeti, kalitesi muhteşem…
Gidip geldikçe, gezip gördükçe daha çok seviyorum Antalya’yı. İnsanlara, bulundukları yeri sevdiren yaşadıklarıdır, felsefesinin farkındayım. Ancak bu başka bir şey.
Akıncıların, yeryüzünün cennetini bulduk, diye krallara müjdelediği; Atamın, hiç şüphesiz ki dünyanın en güzel yeridir, diye işaret ettiği Antalya’m SENİ ÇOK SEVİYORUM!