Gardrobunuzu açtığınızda içiniz kararır bazen. Hiç giymiyorsunuzdur ya da giydiğiniz zaman yakıştırmıyorsunuzdur artık kendinize. Ama atmaya da kıyamazsınız. Ne atmaya ne de başkasına vermeye kıyamazsınız. Ya hatırası vardır ya “belki giymek isteyeceğim bir gün gelir” dersiniz ya da kendinize açıklayamadığınız bir neden saklı tutar onu dolapta.
Yazlık-kışlık transferinde başı dönen bez parçaları da mutlu değildir bu durumdan, muhtemelen. Ve muhtemelen kendilerini fazlalık gibi hissediyorlardır.
Hislerinde hiç yanılmıyor bez parçaları; onlar dolabımızın fazlalıkları. Üzerinize yakıştıramadığınız, giydiğinizde kendinizi hiç de mutlu hissetmediğiniz bu elbiseler, hayatımızın fazlalıkları… Çıkarıp atsak, yenilerine yer açılacak ama alışkanlık mıdır, nedir…
Mutfağınızda öyledir aslında; oranın da fazlalıkları çoktur. Hiç kullanmadığınız borcamlarınızı oradan oraya taşırsınız. En sevdiğiniz tabakların sayısı artar, yine de fazlalıklarınızı çıkarmazsınız; karşı duvara bir dolap daha… Mutfağınıza girmek istemediğinizi farkedersiniz bir süre sonra ama nedeninden habersizsinizdir.
Akşam olup başınızı yastığa koyduğunuzda, yüreğinize sızıverirsiniz tüm dış etkenlerden bağımsız. Lakin orada da içinizi karartan birşeyler… Ne çok fazlalık… Hepsi gerekliymiş gibi hissedilen fazlalıklar… Hatta fazlalığı farkedilemeyenler… Yürekte bir ağırlık; yorulmuş taşımaktan. Bir aşağı bir yukarı taşınan ama bir türlü kapı dışarı edilemeyen fazlalıklar…
Gün içerisinde omuzlarımızda seyahat edip, akşamları yüreğimizde ısınmaya çalışanlar…
Titiz olmak gerekiyor bugün. İçeriden başlamalı temizliğe. Nasılsa gardrobun önünde bulursunuz kendinizi. Dışarıda olanlar, içeridekilerin yansıması değil midir zaten.
Dengenin varlığı fazlalıkla mümkün değildir. Karar verelim; fazlalıklarımızdan arınalım.