Geçen sabah Annemle kahvaltı ediyoruz...
Yine dökmüş domatesin üzerine zeytinyağını bir de kekik ekmiş üzerine...
Yine çaydanlıkta kaynayan su buharının o muhteşem sesi...
Ya hu Anne dedim keşke gelişmeseydi değil mi bu kadar teknoloji...
Ben hatırlıyorum dedim mesela yıl 88 de 89 da ne kadar mutluyduk...
Merdaneli çamaşır makinemiz vardı belki ama yine de yıkanıyordu çamaşırlar...
Hiç elbisesiz kalmadık, kirli gezmedik...
Belki kalkıp televizyonun yanına gidiyorduk kanalı değiştirmek için, fırınlarda zaman ayarı yoktu, duvar saatine bakıp ayarlıyorduk belki pişecek yemeği ama çok daha mutluyduk...
Şimdi herşeyin bir zaman ayarı çıktı ama insan zaman içerisinde yok oldu.
Zaman dediğimiz şey çok daha hızlı akar oldu.
Herkesin yetişmesi gereken yerler çoğaldı...
İhtiyacı asgari düzeyde karşılayan hiç bir şey yetmiyor artık insana...
Belki teknoloji bunkadar gelişmiş değildi ancak insan çok daha derin ve samimiydi.
Teknolojinin gelişmesiyle insanın sığlaşması arasında doğru bir orantı olduğunu düşünenlerdenim.
Geliştiğini zanneden insan acaba hangi değerlerini bıraktı geride.
Peki herşey mükemmelse, herşeyin dokunmatikleştiği bir dünyada yaşayan modern insan herşeyi elde etmişse, nedir bu insanın mutsuzluluğu...
O dönemlerde bu kadar antidepresan kullanan insan var mıydı acaba, ya da bireysel mutluluğunu burnunun ucundaki coğrafyasında değilde hiç bilmediği yabancı öğretilerde arar mıydı insanoğlu bu kadar.
Bu mutluluk arayışının nedenini paylaşım olgusunun kaybolmasında ve paylaşmanın ne demek olduğunun unutulmasında görüyorum.
Giderek bencilleşen insanın, kendini ifade etme biçimini gösteriş dediğimiz içi boş olgu ele geçirmiş durumda.
Bir o kadar zıttını yaşayıp, nostaljiyi kullanmanın da ayrı bir hırs olduğunu biliyor ve görüyorum.
O yüzden bir nostalji simsarlığı değil bu kaleme aldıklarım...
İnsan ne kadar çok şeye sahip olursa daha da fazlasını istiyor günümüzde.
Alıyor, alıyor, alıyor da alıyor...
Yetmiyor artık insana hiçbirşey... Bir yandan ve farkında olmadan Doğayla da savaşıyor...
Sonra ne mi oluyor...
Herşeyi yine tabiata bırakıp gidiyor...
Halil Cibran' ın bir sözü vardır çok severim...
Deniz suyu içmeye benzer ihtiras, içtikçe için yanar, söndürmek için daha çok içesin gelir der...
Dedim ya eskiden biraz daha yoruluyorduk belki ama çok daha samimiydi herşey...
Bazen şu yaşımda 80 lerde yaşasaydım keşke diyorum...
Yaşayamasam da...
Domatesin üzerine dökerim zeytinyağını ben de, üzerine kekik...
Suyu kaynatırım, o muhteşem buhar sesinde kaybolup giderim.