Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale Savaşından sonra söylediği bir söz vardır...
'Ben burada Hektor'un öcünü aldım'
Her bağlamda olduğu gibi tarih bağlamında da Atatürk'ün bilgisine şaşmamak ve hayran olmamak mümkün değildir.
Atatürk'ün burada dikkat çekmek istediği nokta açıkça şudur.Kendi yurtlarında yaşayan ve Anadolu topraklarında köklenmiş Troya halkının bundan yüzyıllarca önce kimlere karşı savaşıp topraklarının kimler tarafından işgal edilmek istenmesidir.
Gerçekten de Batı ile Doğu arasında yüzyıllardır süre gelen bu amansız mücadelenin nedenini tam bir yeterlilikle anlamış değilim ancak yaşadığımız son 300 yıldır gördüklerim,okuduklarım araştırdıklarım,özellikle coğrafi keşifler ve sanayi devriminden sonra hammadde ihtiyacı doğan batının fütursuzca ve gaddarca doğu topraklarından faydanlanmak istemesidir.
Hatta bunu o kadar iyi ve akıllıca yapmışlardır ki demokrasi,barış ve insan hakları paravanında bir çok ülkenin yazgısını ve hatta masa başında sınırlarını belirlemişlerdir.
Tanzimat döneminde ortaya çıkan batı özentiliğine de buradan bir gönderme yapmakta yarar görüyorum;
Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası romanında,İstanbul'un kendini burjuva olarak nitelendiren ailelerinde aşırı bir Fransız özentiliği ortaya çıkmıştır.Kendi geleneklerini,dillerini ve yaşam şekillerini unuturcasına kelime aralarında Fransızca konuşabilmek sınıfsal bir üstünlük sayılmış,Fransız gibi olmak ve Fransız gibi yaşamak doğru olarak kabul edilmiştir
Açıkça söylemek gerekirse Rönesans ve Reformu yaşayan benim de yakından takip ettiğim dünyaya bir çok yazar ve entellektüel kazandıran ve insanın insanca yaşamasını sağlayan en önemli unsur olan yukarıda da bahsettiğim, Rönesansla kendimizi ve doğamızı tanımamızı,Reform ile katı ve dogmatik kuralları aşmamızı sağlayan dinamikleri dünyaya kazandıran bir toplumun hammadde gereksinimi söz konusu olunca bu kadar adaletsizce davranabilmesi beni hep şaşırtmıştır.
Bir yavhudi olan Stephan Zweig Avrupa burjuvazisini anlatırken,burjuvaların katı kurallarından ve burjuva sisteminin devamı için sürekli bir sınıf kavgasından yakınır ve hatta döneminde sanat ve kültürde altın çağı yaşamış Viyana kentinde bile burjuva sisteminin devamını sağlamak için okullarda verilen müfredatın ezbere dayandığından,sorgulamayı ve soru sormayı bir kenara bırakıp mevcut burjuva düzeninde kurulan asillik, soyluluk ve zenginlik üzerine kurulan sınıfların devam etmesi gerektiğini aşılayan bir müfredatın sürekli öğrencilere dayatıldığından yakınır...
Aynı şekilde bir felsefeci olan Arthur Schopenhauer da,onur ve gurur gibi kavramların bir dev aynasında büyütülerek mutlak onur ve gururun, asillik ve soylulukla beslenip buradan aristokrasiye giden bir anlayışın içerisinde başkalarının gözünde ne olduğumuza dönen,onurlu ve gururlu insanların kim olduklarını,nasıl davranması gerektiğini kurallara bağlayan bağnaz ve çıkarcı bir burjuva anlayışına da dikkat çekmiştir.
Avustralyadan Çanakkaleye gönderilen Anzak askerlerinin yaşadıklarını yıllar sonra filminde konu eden Russel Crow'a filmden sonra Avustralya basını büyük bir tepki göstermiştir.
Crow da basına peki herşeyi soruyorsunuz da Avustralyalıların dünyanın öbür ucu olan Çanakkale'de ne işleri vardı sorusunu kendinize neden sormuyorsunuz,bu soruyu dürüst ve samimi bir şekilde cevaplarsanız batının haksız olduğunu anlarsınız demiştir...
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür...
Batının elindeki gücü insanlığın hizmetine samimi anlamda sunduğunu düşünelim...
Afrika altınlarının Afrikalıların olduğunu hayal edelim...Aç insan kalır mıydı ?
Joan Baez bunu söylemedi mi?
John Lennon bunu söylemedi mi ?
Bob Dylan bunu söylemedi mi ?
Muhammed Ali bunu söylemedi mi ?
Hepimiz insan değilmiyiz ?
Neyi nereye kadar sürdürebiliriz ?
Nereye kadar en zengin olabiliriz ?
Neden Neden Neden ?