Çok sevdiğim Yazar Mario Levi’nin bir söyleşisini izleme şansı yakaladım geçenlerde,
“Dünyada yükselen bir ortalama bakış söz konusu, bu ortalama bakış edebiyattan, sanata, sanattan hayata her alanı kaplamış durumda, edebiyat bu sıradanlığa verilen en güzel cevaptır” diyor...
Çağın tek tipleştirmeye çalıştığı insandan maalesef ki sanat da nasibini alıyor...
Tek tipleşen insanın tatmin noktaları benzer haller almaya başlayınca belki de birbirimizi yargılamamız, yaftalamamız ya da bir öteki yaratma ihtiyacımız da kaçınılmaz oluyor...
Bu sıradanlık içerisinde, benzer tatmin noktalarından beslenmeye başlayan insanın, kendisinin yarattığı ya da yaratılan öteki üzerinden yaşar hale gelmesi de kısır bir döngünün kapılarını açıyor insana...
Maalesef ki bu kısırlık fark edilmiyor...
Bir Ahmet Cemal çevirisi olan Ellias Canetti’nin “Körleşme” isimli romanının kapağı da tam da bunu anlatıyor aslında...
Kendisini Fildişi bir Kule’ye kapatmış bir aydının trajedisini anlatır bu kitap...
Ben de bazen ve hep düşünürüm;
Bir an hiç bir öteki olmadığını var sayarsak, bu insanlar ne üretirdi ne konuşurdu, ne yazardı acaba derim...
Bu insanlar için öteki olmasa, ellerinde bir şey kalmaz ve hep bir öteki üretmek zorundalar, bu ötekiler olmasa yok olup giderler derim...
Sonra Fahri Işık Hocanın bir konferasına başlarken kurduğu cümle aklıma gelir Ellias Canetti ile onu birleştiririm...
“Bazen Bilim insanlarının karanlıktan dönmesi daha zordur” demişti Işık Hoca...
Kulaklarımın içersinden girip, beynimin hangi tarafına takıldığını hala bilmediğim bu cümlenin, birgün nereden bilebilirdim, sanat felsefesi hocamız Sayın Ahmet Cemal’in çevirisiyle karşıma çıkacak bir eser ile ölümsüzleşeceğini...
Sahiden de evrensel bir takım değerlerle düşünmeyenler, dünyaya ve tabiata ait bir şeyler söylemeyenlerin üretimleri zaten kalmıyor...
Ya da evren temizliyor ya da eliyor...
Sait Faik diyor ya hani...
Ben ölüme meydan okumak için yazıyorum...
Aynen Sait Faik’in dediği gibi;
Çabuk moda olan şey çabuk ve hızla demode oluyor...
Samimiyetle düşünen, sorgulayan ve üreten insanın bu kadar yalnızlaştığı ve belki de ilk önce düşündüğünü ve ürettiğini zanneden zümreler tarafından ötekileştirildiği bir çağda; Sayın Levi’nin dediği gibi yine edebiyata yine sanata sığınmaktan başka çare yok...
Hiç bir öteki olmasa durup kalacakların ve bir şey üretemeyeceklerin yanında ne güzeldir kaliteli bir mutsuzluk...
Ne güzeldir niteliksiz bir mutluluk içerisinde uyuşmaktansa, kaliteli bir mutsuzluğun içindeki hazzı farketmek...
Bu haz sanıyorum ki doğanın varoluş esaslarıyla eş değer bir hal alıyor zamanla...
Yaşadıklarını yazmak...
Ya da yaşayarak yazmak..
Ne kalıyor sonra geriye;
Yaşa be Atay...
Yaşa be Sait Faik...
Yaşa be Edebiyat...