"Kendi kendimden de, başka hiç kimseden de hoşnut değilken, gecenin sessizliğinde ve yalnızlığında kendimi bağışlamak biraz da gururlanmak isterdim.
Sevdiklerimin ruhları, şakıdıklarımın ruhları, bana güç verin, tutun beni, beni yalandan, dünyanın o baştan çıkarıcı pisliklerinden kurtarın; siz de Ulu tanrım, izin verin bir kaç dize yaratayım da insanların aşağılığı olmadığımı, hor gördüklerimden aşağı olmadığımı kanıtlayabileyim kendime "
Baudelaire Paris Sıkıntısı isimli eserinin onuncu bölümünün sonunda aynen böyle yazar.
Yazmanın rahatlatıcı ve karşı konulamaz gücü üzerine büyük bir güç verir bana bu satırları.
Hoş aslında herkes birşeyler yazıyordur der Melih Cevdet Anday...
Aslında herkes bir zamanlar şiir yazmıştır.
Herkes gençken ya da çocukken şiir yazmıştır.
Ancak işte yaşı kaç olursa olsun, insan ne kadar büyürse büyüsün yazmaya devam edenler yazmayı bırakmayanlar şair ve yazar olur der...
Sahi nedir insanoğlunun bu yazma merakı diye düşünürüm...
İnsan olanca şeyi yaşamak dururken, hızla akıp giden zamanda neden bir köşeye çekilip yazmak ister...
İnsanı yazmaya iten şey nedir ?
Çağımız insanı; anı yaşa ve geç dediği ve bu anı yaşarken neyi tükettiğini bilmediği zamanlardan geçerken, deli midir bu insanlar da onca olup biteni yaşamak dururken, çekilirler bir kenara da , yalnız başlarına sürekli bir şeyler yazarlar diye sorarım kendime...
Şöyle bir soru da gelir aklıma, acaba bu insanlar, yaşadıkları zamandan daha da fazlasını mı istemişlerdir. Acaba yazmak zamandan bir zaman çalmak mıdır mesela ? Bir zaman arsızlığı mıdır yazmak ?
Ya da kendisinden sonra gelecek zamanı görüp, fiziksel olarak ona ulaşamayacağını idrak edip, bir öteki zamana meydan okumak için mi yazmışlardır...
Ya da ne bileyim, öylesine birşey yazmak için yazmışlardır da tesadüf sonucu mu bir sonraki zamana kalmıştır....
İçselleştirdiğimiz zamanların bir dışa vurumu olarakta mı karşımıza çıkar yazmak...
Ya da doğanın tamamen içine girip, onu çok iyi gözlemleyip, kendinin de doğanın gerçek bir parçası olup, bir kuşun bir sineğin ya da bir köpeğin gözünden dünyaya bakabilip, onun ağzından dünyayı anlatabilmek için midir yazmak...
Ve yahut, avlanmak yerine mağaranın duvarına çizdiği geyik resminin, sonrasında hiyeroglife oradanda alfabeye dönüşmesinin izlerimidir yazmak...
Dünyayla fiziki bağını kaybetmişlerin tekrak dünyayla kurabildikleri bir bağmıdır yazmak...
Ya da tüm bunları düşünürken, şimdi yaptığım gibi, düşüncelerimin hemen sonrasında harflere oradan da kelimelere dönüşüp bu yazının ortaya çıkması gibi bir şeye mi benzer yazmak...
Evet tüm bunları düşünürken, yeni bir yazı daha çıkıverdi işte...
Yazmak, yazmak yazmak ve yazmak....