Son günlerde bir trend var "Haşmet Abi bilmem siz ne düşünürsünüz bu konuda..."
Yazı dilimiz ve takıldığımız konular çok benziyor gibi geliyor bana,okuduğunuzda siz de bana yazarsanız sevinirim...
Malum herşeyin cılkını çıkarmakta üstümüze yok...
Doğaya kaçmak,doğada olmak,doğal yaşamak..
Kime baksam bir kaçıştan bahsediyor...
Efendim şunlar buraya yerleşti Ceviz ekiyorlar...
Aaa onlar kuzeyi seçti zeytinden yanalar...
Gözlemlediğim kadarıyla şehir yaşamından bunalan, iş zora geldiğinde ise evdeki lüks duşakabini bırakamayan bir güruh psikolojisinden bahsetmek mümkün bir hal aldı...
Öğrencilik yıllarımda malum Arkeoloji okuduğum için yerine göre bir ay yerine göre iki ay tam da doğanın içinde kalırdık...
Yanlış anlamayın bu doğa sevicileri gibi sosyal medayaya köylü patiği resmi koymak,köylü çocuklarıyla ellerini iki isareti yaparak fotoğraf çektirmek ya da çiçek,böcek kovalamak için değil bilakis sivri sineklerin ısırdığı, en yakın marketin bilmem kaç km ötede olduğu,ateşin ekseriyetle zevk için değil ihtiyaç için de yakıldığı yerlerde kalırdık...
Bizler kendimizi ne doğa kaçkını,ne de doğa aşığı olarak betimlemezdik...Bir araya gelmek,sosyalleşmek adına doğayı kullanmazdık zaten doğanın içindeydik hepimiz...
Zaten hali hazırda kendimizi doğanın bir parçası olduğumuzu bilir bundan dolayı milyonlarca yıl önce oluşmuş dağ,deniz,plato,obruk,lagün v.b doğa terimlerini sanki biz yapmışız gibi davranmazdık...
Zaten doğa milyonlarca yıldır orada öylece duruyor ve insanın ömrü doğaya yetmeyecek bir kum tanesi olarak kalırdı bizler için...
Tanesi 500 600 lira olan trekking ayakkabılarımız yoktu mesela bizim,kalın bilekli bir bot yeterdi ayağımız burkulmasın diye...
Sanki Himalayalara dört defa inecek çıkacak gibi ,bedeliyle bir çocugun bir yıllık egitim masrafını karşılayabilecek giysilerimiz de yoktu...
Yani doğanın içinde olup ta bu kadar doğadan bahsetmek bana gerçekten samimi gelmiyor...
İzmirin Marmariç ilçesinde yaşanan trajikomik olay geliyor hemen aklıma,İstanbuldan köye gelen iki genc, yemek yiyen köylünün yanına oturmus,onlar da buyur etmisler sofraya.Ya demisler ne kadar şanslısınız ne kadar doğal bir hayatıniz var,ne güzel doğal besleniyorsunuz.Köylünün kafası atıvermiş,ya öyle mi demiş gel seninle hayatlarımızı degistirelim,siz gelin buraya yerlesin biz de sizin modadaki evinize yerleselim.Bir zahmet ziraii kredi taksitlerini de ödeyiver deyip bunları köy meydanına kadar kovalamışlar.
Yani diyeceğim o ki bu zihniyet bilmez ki bu hayatları...
Köyde yaşamak zordur.Köylüyü anlamak daha da zordur. Bir keşif sırasında Manavgatın Zerk Köyü vardır taa tepelerde,Köprülü Kanyonu bile geçince,Selge Antik Kentinin kıyısındadır hemen,gidin oradaki Mehmet Amcadan dinleyin köyün ne demek olduğunu, elektriğin o köye ne zaman geldiğini sorun.Şu bizim elektrik yahu..Hani apple tabletrinizi ve son model fotoğraf makinelerinizi şarj etmeye yarayan elektrik..
Bu zihniyet lüks peşinde koşarken iki tane evlat okutuyodu en son Mehmet Amca...
Gidin Konya sınırına yaklasirken Kırk Kavak köyü vardır,rüzgar estimi kavakların sesini dinleyin bakalım kaç gün kalacaksınız...
Diyeceğim o ki, bu doğadayız lafının da hiç farkı kalmadı ha kendini lüks bir restaurantta etiketleyip gösteriş yapmışsın ya da son model botlarını göstermek için Gelidonya Fenerine doğru ayaklarını uzatıp fotoğraf yayınlamışsın...
Ha bir de kaçma vardır küçük tatil bölgelerine yeni bir trenddir bu da...Şuraya kaçtım buraya kaçtım...
Sanırsın Ahmet Haşim yeni şiirleri için inzivaya çekilecek,sanırsın Tolstoy bizimki yeni romanı için fikir akımları düşünecek...
Orada gidip iki balık yiyip geri döneceksin işte...
Allah aşkına nereye kaçtın...
Sıtkım sıyrıldı benim bu doğa ve kaçma furyasından...
Sen ne dersin Haşmet Abi... ?