DÜN-BUGÜN-YARIN

Bozburun

İnsan hayatında yolculuklar yapar, tatillere çıkar bazen mecburi yollar kat eder, yollarda olmak keyif verir insana, yolda olmak hiçbir yere ait olmamak demektir bazen.

Bazense bir kadere dönüşür yollar. Hayatın kendisi de zaten bir yol değil midir ?

İşte böyle yolculuklarımın birisinde yolum Bozburun’a düştü, Antalya’dan yaklaşık 6 saat süren bir yolculuk sonrasında Marmaris’in bu güzel beldesine ulaştım.

Kendimi dinlemeye, kendimi dinlendirmeye gittim, bir önceki yazımda Kaş’ı anlatırken de yazmıştım, ben böyle yerleri sezon açılmadan daha çok severim demiştim. Gerçekten de kalabalık basmadan böyle yerlerde olmak gittiğiniz yerin kalabalıkta kaçırdığınız ayrıntılarını tenhalarda daha da çabuk paylaşıyor sizinle.  Doğayla baş başa kalmak konusunda tenhalık insanı daha da bir kendine ve gittiğiniz yere yaklaştırıyor…

Bozburun’da okul ziliyle uyandım ilk sabah ve çocukların oyun sesleriyle, gözlerimi açar açmaz teneffüse koşmuş çocukların sesleri, evi çevreleyen ağaçlara konan kuşların sesleriyle birleşiyordu ve ortaya inanılmaz yaratıcı bir senfoni çıkıyordu. Bu senfoniyi dinlerken insan yine kendi çocukluğuna gidiyor ve bir zamanlar doğaya çok daha fazla saygılı olunan yılları anımsayabiliyordu. Kafamı kaldırıp penceremden baktığımda ise boz renkteki kara parçasının ortasına mavi pelerinli bir prens edasıyla süzülen bir denizin varlığı gri,yeşil ve mavi tonlarıyla birleşip gözlerinizin görebileceği en güzel ziyafetlerden bir tanesini sunuyordu.

Dostum ve arkadaşım Kemal abinin hazırladığı tamamen doğal bir kahvaltı sonrasında, sahilde bir yürüyüş yapmak istedim.

 Evden sahile doğru indiğim yol, dar ve kendiliğinden oluşmuş bir yoldu, evet burası bir yoldu ancak buraya bir patika demek te yanlış olmazdı. Yolun kenarında kuzular,kediler,tavuklar gördüm. Bozburun’da hayvanların huzuru ve insanlardan kaçmayışı buralarda yaşayan insanların hayvanlara yaklaşımları konusunda bir fikir veriyordu. Eğer bir mahallede yaşayan hayvanlar sizden kaçmıyorsa burada yaşayan insanların hayvanlara yaklaşımları her zaman sevgi dolu olmuştur.

Sahile indiğimde belirli aralıklarla sıralanmış banklar gördüm. Hemen denizin kıyısından başlayıp sanki orayı sahiplenircesine tam da yerlerine oturtulmuş banklardı bunlar. Sahilden okula doğru yürümeye devam ettim ve okulun hemen önündeki banka oturdum. Çocuklar dersteydi  ve okul bahçesi sessizdi. Sonra birden okul zili çaldı, sanırım Bozburundaki ilköğretim okulunun zili sürekli değişik çalıyordu, bu sefer MFÖ’nün Diday,diday,day şarkısıyla çocuklar tenefüse çıkıyordu. Düşünsenize okulunuzun zilinde  MFÖ çalıyor, eğitim hayatında böyle ayrıntılar önemlidir ve okul zilinin neşeli ve enerjik bir şarkıdan oluşması sizin okulla kuracağınız bağı her zaman ayakta tutar ne şanşlı bu öğrenciler diye düşündüm. Denizin ve doğanın dibinde bir okul, tenefüslerin bile doğayla iç içe yaşandığı ileride anlatılacak bir sürü çocukluk anısına şimdiden sahip çocuklar.

Günbatımını bir önceki gün kaçırdığım için, güneşin batış saatini merkal ve heyecanla bekliyordum bir yandan, sonunda akrep ve yelkovan döndü ve grup vaktine sıra geldi… Bozburunda yine sahilin kenarında Cumali beyin işlettiği Bueno Vista Restaurantta aldım soluğu, restaurantın içerisinde bir yığın kitap duvarlara dizilmiş şekilde beni bekliyordu, mütevazi bir şekilde düzenlenmiş masa ve sandalyeler, denize doğru atılmış birkaç masa ve sandalye ile selamlaşıyordu.

Hava biraz serin olduğu için dışarıda mı yoksa içeride mi oturacağıma karar veremedim. Daha sonrasında dışarı oturdum ancak rüzgar ısırmaya başladığında içeri geçtim.  Yaz, kış  Bozburun’da oturan Cumali bey’in bir önceki gece Kemal Abiyle bize sunduğu istavrit balığının lezzeti hala damaklarımda olacak ki tereddüt etmeden yine yeni gelmiş istavritlerden söyleyip grup vaktinde güneşin batışını izlemeye koyuldum. Güneş Bozburun’da gülümseyerek batıyordu adeta, iki sevgilinin yarın tekrar buluşmak üzere ayrılmaları ve sabaha kadar heyecandan uyuyamamaları gibi bir heyecan seziliyordu gökyüzünde. Kurşuni bir kızıllığın alt ettiği mavilikler yavaş yavaş pembeleşiyor, mor, turkuaz yeşil ve grinin şahitliğinde usul usul binlerce renk dağıtarak hoşça kal diyordu ışıklar ve gecenin önünü açarcasına bir centilmenlikle ağır ağır sahneden çekiliyordu.

Cumali beyle yaptığımız sohbet sonrasında vedalaşarak ayrıldım. Ertesi sabah bir yürüyüş planımız vardı. Bozburun’da yapılan tekneler meşhurmuş, biz de bir tersanede aldık soluğu, tersanede yeni yapılan bir teknenin suya inmeden önceki halini gördüm. Tekne sabırsızca onu destekleyen direklere isyan ediyordu sanki, hadi beni bir an önce bitirin ve denize salın diyordu koca gövdesi… Hakikaten de bir teknenin yapılışında gerek mühendislik gerekse yılların getirdiği bilgi birikiminin ne kadar önemli olduğunu hissettiriyordu bana tersane. Tekne suyun içindeyken asla yaklaşamayacağım bölümlerine baktım, en ayrıntılı şekilde inceleme şansı yakaladım…

Dedim ya Bozburun gidilesi ve görülesi bir yer…

 Hatta yaşanası bir yer…

 Bahçelerden çağla toplamak, dağlarda kekik kokusunu içinize çekerek yürümek, denizin dostluğunu  tam dibinizde hissetmek, teknelerin doğumuna şahitlik etmek, kısacası kendinize dönmek ve doğanıza yolculuk etmek isterseniz mutlaka Bozburun’a gidin çok seveceksiniz…

 

Saygılarımla

Yayın Tarihi
05.04.2016
Bu makale 1845 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!