Sevgili dedeciğim, uzun zamandır kendimi toparlayıp yazamamıştım…
87 yıllık ömründe benim hayatımda ne kadar yer ettiğini, seni ebediyete uğurladıktan sonra daha iyi anladım…
Her gün sabah evden işe giderken, Işıklar caddesinin başında, evinin balkonunda oturmana, tam balkonun altından geçerken, sana Dede diye seslenmeye bile o kadar alışmışım ki…
Sanırım bir süre daha arka caddeyi kullanacağım…
Renkli ve esprili insanların, hayat dolu insanların ölümlerini kabullenmek daha zor oluyormuş…
Sen hiç yaşlı olmadın ki…
Sen hep hayat dolu, her zaman genç ve enerjik oldun…
Sana yakışır şekilde de, hani derler ya ‘üç gün yatak dördüncü gün toprak’çektin gittin başka bir aleme…
Hastane odasında bile yanından tarağını, traş makineni ayırmayan sen, ebediyete de yine sana yakışır bir şekilde şık ve tertemiz gittin…
Sanki hala bir yerlerden çıkıp gelecek, birilerine şaka yapacak, udunu eline alıp benimle ‘Kader diyemezsin Sen Kendin Ettin’ şarkısını söyleyecek gibi geliyorsun…
Şimdi ben de sana birkaç itirafta bulunayım…
İnsan dedesini kaybedince aslında ulu bir çınar yıkılıyormuş bu kentte…
Hem biraz daha olgunlaşıyor hem de çocuklaşıyormuş…
İnsan dedesini kaybedince, hem hastalığı çok çekmedi, kurtuldu rahat etti diye seviniyor, hem de yokluğuna alışmak için türlü bahaneler buluyormuş…
Bir dönemin şahitliğini yapan ve birbirlerine saygıda kusur etmeyen, arkadaşlığın, dürüstlüğün, mertliğin,sevginin en önemli unsur olduğu bir dönemin insanıydın…
Bizler senden farkında olmadan ne kadar da çok şey öğrenmişiz…
Huzur içinde uyu.. Seni çok seviyoruz…